24 Aralık 2012 Pazartesi

Akran Zorbalığı

  • Çocuğunuz zorba mı mağdur mu?

Akran zorbalığı veya akran istismarı bir çocuğun okulda yaşayabileceği en olumsuz deneyimlerden biridir. Akran zorbalığı çeşitli şekillerde kendini gösterebilir. Ana grup olarak üç ayrı boyutu vardır: Fiziksel, duygusal ve sosyal zorbalık. Fiziksel zorbalık kişinin bedenine ya da sahip olduğu bir mala zarar verilmesidir. Her boyuttaki zorbalık azdan başlar fakat mağdurun cevap verememesi durumdan cesaret alarak şiddeti artar. Fiziksel zorbalık itmek, eşyalarına zarar vermek, yürürken çelme takmak, tehdit etmek olabilir. Özellikle lise çağında haraç kesme veya kabadayılık davranışları da gözlenebilir. Duygusal zorbalıkta ise bedensel bir zarar verme amacı yoktur fakat mağdur öğrencinin özgüvenin ve kendilik değeri hedef alınır. Zorbalığın üçüncü boyutu ise sosyal olandır. Mağdur olan öğrenciyi küçük düşürme, grupta istenmeyen ilan etme veya hakkında dedikodu çıkartma sosyal zorbalığa girer. Bir çocuğun zorbalığı yapan mı yoksa buna maruz kalan mı olduğunun anlaşılabilmesi için bu tablonun hangi tarafında kaldığına dikkat edilmesi gerekir. Hangi boyutta olursa olsun zorbalığı yapan çocuğun da zorbalığa maruz kalanın da desteğe ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır.

  • Çocuğunuzun zorba mı yoksa mağdur mu olduğunu nasıl anlarız?
İki kutup arasındaki fark karıştırılamayacak kadar nettir aslında. Zorbalığı yapan çocuklar fiziksel, duygusal veya sosyal açıdan başka bir öğrenciyi tekrarlayan ve sürekliliği olacak şekilde istismar etmektedir. Zorbalık davranışını yapan çocukların güçlerini kötüye kullandıkları, mağdur olan çocuğa zarar veren davranışlar içinde olup bundan da pişman olmadıkları görülmektedir. Kendi akranlarına saldırgan davranışlar gösterir ve empati kurmakta zorlanırlar. Özellikle fiziksel üstünlüğe de sahiplerse zorbalık davranışının şiddeti artabilir. Ayrıca zorbalık yapan çocukların ortak özelliklerinde dürtüsel olduklarını da görebiliyoruz.
Akran zorbalığına maruz kalan diğer bir deyişle mağdur öğrenciler ise akranlarına kıyasla daha sessiz, hassas ve pasiftirler. Kendilerine yapılan zorbalık davranışlarına karşılık vermek yerine özellikle düşük benlik algısı nedeniyle geri çekilirler. Aslında bu geri çekilme davranışı zorbalığı yapanın da davranışının artmasına neden olan bir faktördür. Mağdur öğrenci karşılık veremedikçe zorbalığı yapan da devam eder ve kısır döngüye girilmiş olunur. Mağdur çocukların diğerlerine göre daha içe kapanık oldukları da gözlenmektedir. Onlar için başarılarını görmek oldukça zordur. Çoğunlukla olumsuz düşünme eğilimlidirler ve kendilerini değişim anlamında yeteri kadar güçlü hissetmezler. Adeta bir öğrenilmiş çaresizlik yaşayarak durumu kabullenmiş görünürler. Kendilerini daha güçlü hissetmelerine yardımcı olabilecek yakın arkadaşlık kurmakta da zorluk çekerler.

  • Aileler ne yapmalı?
Çocuğunuz hangi grupta olursa olsun bir an önce yardıma ihtiyacı var demektir. Eğer zorbalığı yapan grupta ise unutulmamalıdır ki bu gruptaki çocuklar yetişkinlik yıllarında suça eğilim göstermektedir. Zorbalık davranışı çocuk gelişimin normal ve sıradan bir aşaması değildir, mutlaka müdahale edilmelidir.
Zorbalık davranışını etkileyen farklı nedenler olabilir. En belirgin nedenlerden biri çocuğun da kendi evinde saldırgan davranışlar ve şiddet görmesidir. Çünkü bunu yapan ebeveynler, çocuklarına bir sorunu aşmanın yolunun şiddet kullanmak olduğunu öğretmektedirler. Çocuk kendisine vuran ebeveyne karşılık veremediği için, karşılık verebileceği / üstünde güç uygulayabileceği birini bulduğunda şiddete başvuracaktır. Ailedeki şiddet derhal durdurulmalı, böylece çocuğun zorbalığa gerek kalmadan iletişim kurabilmesi sağlanmalıdır. Aile içinde iletişimin farklılaştığını gören ve deneyimleyen çocuk, okuldaki zorbalık davranışlarını azaltacaktır.
Bir diğer neden çocuğun duygusal anlamda yeterli sevgi ve ilgiyi alamamasıdır. Araştırmalar bu çocuklarda saldırganlığın arttığını göstermektedir. Küçük yaşlardan itibaren çocukların ihtiyaçları önemsenmeli, duygusal dünyaları desteklenmelidir.

Okulda zorbalık davranışı gösteren çocuklar, benzer davranışları evde de göstermektedir. Okulda öğretmenler, idari kadro ne kadar istenmeyen davranışları engellemeye çalışsa da evde bu tutuma izin veriliyorsa zorba davranışların azalmasını beklemek boşunadır. Ev ortamında mutlaka belirgin sınırlar konulmalı, zorbalık davranışı sergileyen çocuk bu davranışlarının sonuçlarını yaşamalıdır.

Mağdur çocuklar için ise bu konu hakkında konuşmak dahi çok zordur. Çünkü eğer ailelerine anlatırlarsa bir tür ispiyonculuk yaptıklarını zannedebilir ve ispiyonculuğun zorba çocuklar tarafından cezalandırılacağından korkarak aileden saklamaya çalışabilirler. Çocuğunuz okula gitmek istemiyor ve siz bunun nedenini bir türlü ondan öğrenemiyorsanız akranlarıyla bir sorun yaşadığından şüphelenebilirsiniz. Unutmayın ki bir çocuğun mağduriyeti yalnızca fiziksel olmak zorunda değildir. Duygusal veya sosyal anlamda zorbalığa maruz kalan çocuklar da mağdur sayılmaktadır.

Fazla korumacı aile yapısında büyüyen çocuklar kendilerini korumayı öğrenmekte gecikirler. Bunu fark eden diğer çocuklar zaman zaman “süt çocuğu” gibi alaycı sözler kullanarak duygusal yıpratma yoluna gidebilirler. O nedenle çocuğunuzu korurken onun güvenini zedeleyecek aşırılıklardan kaçınmak en doğru olanıdır.

Mağdur çocukların desteğe ihtiyaç duydukları bir diğer konu ise özgüvenlerini geliştirecek etkinlikler içinde olmaktır. Kendi adına karar vermesini sağlayacak ufak sorumluluklar vermek, ev içinde alınacak kararlarda onun da fikrini almak gibi kendini ifade etmesini sağlayacak destekler verebilirsiniz. Ayrıca arkadaş edinebilmesi için okul sonrası 2-3 kişilik grup etkinliklerine katılmasına da yardımcı olabilirsiniz.

Ayrıca akranlarının zorba davranışlarına maruz kaldığını söyleyen çocuk ciddiye alınmalıdır. Bu zor konuyu dile getirdiğinde ebeveyn “sen yanlış anlamışsındır” gibi bir yaklaşımda bulunursa, çocuğun yalnızlık ve çaresizlik hissi daha da derinleşir ve git gide “bana yardım edilemez” noktasına gidebilir.


Sevgilerimle,
Cemre Soysal


10 Aralık 2012 Pazartesi

10 ADIMDA OTORİTE




         Çocukla anne baba arasındaki sınır ne olmalıdır?
Bireylerin dünyadaki var olma kodlamalarında kurallar yoktur. Kazandığımız tüm davranışlar bir öğrenme sonucu edindiğimiz alışkanlıklarımızdır. Bu nedenle çocuk nasıl davranacağını bilerek değil öğrenmeye koşullu olarak dünyaya gelir. Çocuğun hayatındaki öğrenme sürecini doğrudan etkileyen en önemli kişiler ise ebeveynlerdir. Neyi, ne kadar, ne zaman ve nasıl yapması gerektiğini çocuk ailede öğrenmeye başlar. Her ne kadar çocuklar sınırları zorlamayı sever gibi gözükse de onların esas ihtiyacı olan sınırlarını bilmektir. Çünkü bir çocuk ancak sınırlarını bildiği sürece güven ve tehlike durumlarını birbirinden ayırt edebilir. Anne ve babanın çocukla arasındaki sınırda belirleyici etken ise kurallar konusunda nihai kararın kimde olduğudur.

         Otorite nereye kadar olmalıdır, nasıl kurulur?
        Bir çocuğun hayatındaki otorite “neyin izin verilebilir, neyin verilemez” olduğu ile açıklanabilir. Bu konuda ailelerin öncelikli yapmaları gereken, anne-baba olarak ortak bir çocuk yetiştirme felsefesi geliştirmektir. Bu felsefede mutabık kalan eşler çocuklarının soruları karşısında ortak bir dil kullanma konusunda çok daha başarılı olmaktadır. Otoritenin çocuğun hayatına yerleşebilmesi için belirlenen kuralların mümkün olduğunca tutarlı uygulanması çok önemlidir. Örneğin akşam yemeğini herkesin sofrada beraber yemesini kural koyuyor ama sevdiğiniz dizi başladığı için tabağınızı alıp salonda televizyon karşısında yiyorsanız bu noktada otorite ve kural tutarlılığını zedelemiş olursunuz.

         Çocukla arkadaş gibi olmak mı gerekir, hangi durumlarda önemlidir?
        Çocuklar okulda, kursta, etkinliklerde kendi yaşlarına uygun arkadaş edinirler. Sağlıklı olan da yaşlarına, düşüncelerine uygun arkadaşlar edinmeleridir. Bu nedenle anne ve babalarıyla arkadaş olmaya ihtiyaçları yoktur. Son dönemde çocukların duygusal ihtiyaçlarına duyarlı ebeveyn modeli “arkadaş ebeveyn” gibi anlaşılabilmektedir. Fakat esasen vurgulanmak istenen çocuk üzerinde korku imparatorluğu yaratmadan çocuğun kendini güvende hissedebileceği bir aile düzeninin oluşturulmasıdır. Arkadaş gibi olmak yerine çocuğun özellikle duygusal dünyasını görmezden gelmeyen, empati kurabilen ebeveyn-çocuk ilişkisi kurmak önemlidir.

         Hangi aile tipi çocuk için ideal?
        Yapılan araştırmalar çocuğun kendini en güvende hissettiği aile yapısının demokrat ve sözünü geçiren aile yapısı olduğunu göstermektedir. Bu tür ailelerde kararların aile bireyleri tarafından tartışmaya açık olması, bireylerin birbirine dinleyerek iletişime geçmeleri beklenmektedir. Çocuklar mantıksal değerlendirmelerde bulunup, ihtiyaç duydukları durumlarda kendilerini doğru ifade ederek esnekliği sağlama hakkına sahiptirler. Bununla beraber, kurallar önceden somut şekilde belirlenmiştir. Dolayısıyla, kurallara uyulmaması durumunda sonuçlarının ne olacağı da hem çocuk hem ebeveyn için öngörülebilir niteliktedir. Bu yapıyı oturtabilmiş ailelerde anlaşmazlıkların daha rahat çözümlendiği, çocukların özgüveninin de daha yüksek olduğu görülmektedir.

         Otoritenin fazlası zarar mı? Neden?
        Otoritenin fazlası çocuğu/bireyi kendi kendine karar almaktan dolayısıyla da kararının sorumluluğunu taşımaktan alıkoyar. Buna bağlı olarak çocuk; davranışlarının sorumluluğunu almayı veya seçimlerinin sonuçlarını göğüslemeyi öğrenmekte zorlanır. Her kararın kendisi adına annesi veya babası tarafından alındığı bir çocuğun dışarıdaki hayatta onay bekleyen, bireyselleşme süreci tamamlanmamış bir yetişkin olma olasılığı oldukça fazladır. Fazla otoriter ailelerdeki düzen totaliter bir sisteme dönüşür ve çocuğa farklı düşünebilme özgürlüğü tanımaz.

         Ebeveyn çocuk ilişkisinde “ince sınır çizgisi var” mıdır?
        Her ailenin önceden bahsettiğimiz ebeveynlik felsefesinin alanını çevreleyen ince sınır çizgileri olmalıdır. Çocuğun, hangi konularda esneklik olabileceğini veya hangi konuları asla zorlamaması gerektiğini de işte bu ince sınır çizgileri belirler. Bu çizgilerin çekilmesindeki en önemli belirleyiciler mantık ve sağduyu olmalıdır. Böylelikle uygulanması da herkes için kolay olacaktır.

         Anne – baba – çocuk ilişkisi ne zaman bozulur?
        Çocukların baş etmekte en zorlandığı durumlar belirsizlik durumlarıdır. Fiziksel olarak da duygusal olarak da öngörü yapabiliyor olmak onları daha güvende hissettirir. Anne – baba- çocuk ilişkisi de belirsizlikler artmasından olumsuz etkilenir. Örneğin bir davranışı bazen kabul edilir bazense büyük bağrışmalara neden oluyorsa çocuk için o davranışın sonuçları artık öngörülemez olmuştur. Bu belirsizlik çocuğu olumsuz etkilediği için dolaylı yoldan ebeveynleri de olumsuz etkiler. Ayrıca iletişimin dağılımda eleştiriler ve yermelerin oranı övgülerin, olumlu geri bildirimlerin oranından daha fazlaysa bireyler duygusal anlamda yeteri kadar beslenemezler. Bu eksiklik hem çocuklarda hem de ebeveynlerde istenmeyen davranışlara neden olabilir. İlişkideki olumsuz kısır döngü de bu noktada ortaya çıkar..

         Hangi durumda ne yapmak gerekir?
        Kuralları uygulamakta zorlanan ailelerde çocuklar artık ne yaptırımlardan ne de çatışmalardan etkilenir. Kuralların tutarsızca dağıtılması çocuğu da otoriteye karşı duyarsızlaştırır. Böyle durumlarda, sistemli bir rol izlenerek rollerin yeniden tanımlanması, kuralların yeniden belirlenmesi gerekmektedir. Özellikle davranış değiştirme ve olumlu davranış kazandırma yöntemleri için ailenin işbirliğine girmesini sağlayacak bir uzman yardımı almak çok önemlidir. Böylece ailenin daha uyumlu yaşabilmesi için ortak kararlar alınır ve bireyler uzman tarafından ayrı ayrı desteklenmiş olur.  

         Hangi yaşta hangi sınırlar gerekiyor?
        Sınırlar ve kurallar bebeklikten ergenliğe doğru, imkan ve koşullara göre uyarlanmalıdır. Erken çocukluktan itibaren doğru kurallar koyan ve kuralların takibini yapabilen aileler ergenlik yaşının kurallarını da rahatlıkla düzenleyebilmektedir. O nedenle çocuğun aklının ermediğinin düşünüldüğü zamanların dahi önemli olduğu unutulmamalıdır. Hangi yaşta hangi sınırların olacağını ise her ailenin kendi dinamikleri belirlemektedir. Çocuğun yaşı ilerledikçe özgürlük ve bireyselleşme alanına daha fazla ihtiyaç duyduğu önemsenerek sınırların gözden geçirilmesi faydalı olacaktır.

         Çocuk üzerinde otorite kurmak iyi midir?
        Çocuk üzerinde otorite kurmaktan ziyade beraber yaşamanın daha uyumlu olmasını sağlayacak düzenlemelere ihtiyaç duyulduğunu çocuğa benimsetmek çok daha önemlidir. Çocuk bunu ne kadar içselleştirirse, yetişkin hayatında da o kadar kişilerin sınırlarına saygı duyan biri olmayı önemseyecektir. Tamamen otoriteye bağlılığın esas alındığı aile yapısı ise çocuğu otoriteye boyun eğen bir yetişkin olmasına neden olabilir.

Not: Bu yazım 01.12.2012 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanmıştır. http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/22051459.asp

26 Kasım 2012 Pazartesi

Kitapla Zenginleşen Hayat

Teknolojinin ve görsel medyanın bu kadar bol malzemeyle karşımızda durduğu bu dünyada kitap  okuyucuları olarak hala direnmekte ve bizden sonraki nesillere de bu zevki aktarmaya çalışmaktayız. Mevcut araştırmalar tartışmasız bir şekilde gösteriyor ki tek taraflı bilgi akışının olduğu televizyon, bilgisayar gibi ekran görüntülerinde beyin gelişimi yeterli seviyede desteklenememektedir.

Bu sene de -geçen sene olduğu gibi- Can Çocuk Yayınları'nın etkinliği kapsamında "Kitapla Zenginleşen Hayatın Temellerini Atmak" konulu bir söyleşi yaptım. Konuşmama sevgili arkadaşım Cüneyt Kaşeler'in beni çok etkileyen şu sözleriyle başladım:
İnsanın tek hayat yaşıyor olmasının adaletsizliğini hafifletmek için edebiyat var. Okuduğun her kitap sana yeni bir hayat deneyimi veriyor.

Sahiden de sadece çocuklar için değil, biz yetişkinler için de müthiş bir zenginliktir kitap. Öyle ki, elinizdeki kitap Hakkari'de bir mevsimi de yaşatır, Kongo ırmağının kıyısında da oturtabilir..


Bir çocuğun zihinsel, bilişsel ve duygusal gelişimini farklı duyuları harekete geçirerek destekleyen en önemli araç ise kitapla olan ilişkisidir. Kitap okumak yalnızca gelişime değil aynı zamanda çocuğun hayal gücüne, farklı dünyaları tanımasına, eğlenmesine, kendini ifade etmesine, kelime bilgisinin artmasına da yardımcı olur. Oyun terapisindeki yetkinliğiyle tanınan Dr. Byron Norton geçtiğimiz ay İstanbul’da verdiği seminerde okumanın çocuğun gelişimi üzerindeki etkisini anlatırken şunları vurgulamıştı:

Sihirli etkinlik: “Çocuğunuza okuyun! Ne okuduğunuzun önemi yok, okuduğunuz her metin onun sol beynindeki sinir uçlarının gelişimini destekleyecek ve beyin sinirleri arasındaki bağlantı sayısını arttıracaktır. Tıpkı birer mısır patlağı gibi hızlı!”
Sol beynin gelişimi çocuğu dili öğrenmeye, konuşmaya ve okumaya hazırlar. Sesli okuma yaparak sol beyni uyarılan çocukların depresyona girme olasılığının da daha az olduğunu hatırlamak gerekir.

Peki çocuğa böylesi olumlu etkileri olan kitap okuma alışkanlığını nasıl kazandıracağız? Şunu belirtmemiz gerekir ki, çocuğun okumayı sevmesi için okul çağını beklemek çok geç olabilir!
Henüz çok küçükken hatta daha kelimeleri tek-tük çıkartmaya başladığı anlardan itibaren çocuğunuzu kitapla tanıştırabilirsiniz. Bu konuda dikkat etmeniz gereken nokta seçtiğiniz kitabın çocuğun yaşına uygun olmasıdır.

Her çocuğa uygun bir kitap vardır mutlaka..

0-3 yaş dönemi çocuğun dünyayı algılamaya başladığı dönemdir. İlk etapta kumaştan kitaplarla başlayıp sonrasında büyük yazılı, bol renkli, az kelimenin olduğu kitaplar seçmelisiniz. Nesne, hayvan, meyve, sebze, renk gibi kavramların çizildiği kitaplar bu yaş için uygundur. Bu kitapları okurken çocuğunuzu kucağınıza veya yanınıza oturtarak aynı zamanda kitaba temas etmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dokunduğunda ses/müzik çıkartan kitaplar daha da iyi olacaktır. Mümkün olduğunca ciltli kitaplar seçmeye özen gösterin; çünkü bu yaştaki çocuklar kitaba hassas davranamayabilirler.

3-6 yaş dönemindeki çocuklar siz okurken artık hikayeyi takip edebilecek dikkate sahiptirler. Bu yaş için seçeceğiniz kitaplardaki hikayenin hem metin hem de resimlerle anlatıldığı kitaplar seçmeniz çocuğun kitabı sadece işitsel değil, görsel olarak da izlemesini kolaylaştıracaktır. Yaşı ilerledikçe metinlerin uzunluğu artabilir. Metin içinde somut ve aşina olduğu kavramların daha fazla yer aldığı kitaplar bu yaş grubu için uygundur.

6 yaşından itibaren hatta şimdi yeni eğitim sistemi nedeniyle 5 yaştan itibaren okumayı öğreneceği için çocuk çok önemli bir döneme girer. O güne kadar kendisinin yapamadığı ama zevk aldığı bir etkinliği artık kendisi yapabiliyordur. Onun bu heyecanına mutlaka ortak olun. Beraber kitapçıya gidin, yaşadığınız ilde fuar varsa mutlaka fuara gidip kendisi için kitap seçmesi yönünde onu cesaretlendirin. Ne kadar çok kitaba dokunursa, okumayı da o kadar çok sevecektir.

İlkokul döneminde ise yaşı ilerledikçe soyut kavramları tanımaya başlar, okuyabildiği sayfa sayısı artar. Okuma hızı ve seviyesine göre okuyabileceği sayfa sayısı da değişmektedir. O nedenle çocuk kendini hangi kitabı okurken rahat hissediyorsa ona izin verilmeli, okuma hevesi kırılmamalıdır. Bu yaşlarda ebeveynlerin “bunu okuma, şunu oku” gibi yönlendirmeleri olabiliyor. Unutulmamalıdır ki, kitap kişinin zevk alarak yapması beklenen bir etkinliktir. Bu nedenle çocuklar da illa ders alacakları veya edebi değeri yüksek kitapları okumak zorunda bırakılmamalıdır.

Okuma alışkanlığını kazanması için:

  • Evde kitap okuma saati düzenleyebilir, okuduğunuz kitaplar hakkında sohbet ortamları yaratabilirsiniz.
  • Kitap okumak asla bir zorunluluk veya ceza değil, aksine keyif alınan bir etkinlik olmalıdır. “Dışarı çıkmana izin vermiyorum, git ve odanda kitap oku” cümlesi çocuğun kitaptan soğumasına neden olabilecek bir cümledir örneğin.
  • Sevdiği bir yazarın yeni kitabı çıktığında alıp çocuğa hediye edebilirsiniz.
  • Özellikle okul öncesi yaşlar için okuduğunuz kitabı sonrasında onunla birlikte tiyatro oyunu gibi canlandırabilir, hayal gücünün gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.
  • Okuduğunu kitabın onu en etkileyen bölümünün resmini çizmesini isteyebilisiniz. 
  • Evinizin ortak kullanım alanı olan bir bölümüne kütüphane yaptırabilir, herkese okuduğu kitapları koyması için bölüm ayırabilirsiniz. Anne-babasının raflarını gören çocuk kendisininkini doldurmak için motive olacaktır.
 Esas önemli nokta:
Ev içinde okuyan anne-babayı gören çocukların okuma alışkanlığı diğer çocuklara kıyasla daha fazla olmaktadır. O nedenle kitap okumayı sevdirme ve bu alışkanlığı kazandırma konusunda büyük görev ailelere düşmektedir. Siz okuyun ki, onlar da sizi örnek alsınlar..

Çocukların kitaplardan hiç vazgeçmemesi dileğiyle,
Cemre Soysal

14 Kasım 2012 Çarşamba

Sözlerin Gücü


Bir bebeğin doğumundan itibaren dış dünya ile iletişiminin en önemli parçalarından biri sözlerdir. Araştırmalar anne karnında dahi bebeğin konuşulanları duyduğunu ve duyduklarından olumlu/olumsuz etkilenebildiğini gösteriyor. Henüz görsel olarak kimseyi tanımayan bir bebek anne karnında duyduğu ses sayesinde annesini diğer insanlardan ayırt edebiliyor. Tüm bu bilgiler bize bir çocuğun gelişiminde sözlerin önemini bir kez daha hatırlatıyor.
Çocuğun anneye bedensel olarak teması azaldıkça, başka bir deyişle çocuk kendi başına hareket etmeye başladıkça sözler sadece sevgi iletmek için değil aynı zamanda ihtar, kızma, hatırlatma amaçlı da kullanılmaya başlanır. Ebeveynler çoğunlukla sözlerinin anında duyulmasını ve uygulamaya geçirilmesini beklerler. Fakat bu her zaman böyle olmaz! Çünkü unutulan bir durum vardır; her şeyin ebeveynler ve yetişkinler tarafından yönetildiği dünyada onların da seçim yapma ve zaman zaman istedikleri gibi davranma ihtiyaçları vardır. “Ona dokunma, onu atma, o zararlı..” gibi sözler öyle çok duyulur ki artık çocuk için anlamını kaybeder hale gelir.
Öğrenme kuramına göre davranışlarımız deneyimlerimizden edindiğimiz olumlu/olumsuz sonuçlara göre şekillenir. Bunu bir örnekle açıklayalım: “Annesi çok yoğun çalışan bir çocuk düşünün. Tüm gün annesine hasret kalıyor ve anne eve geldiğinde onunla vakit geçirdiği ilk aktivite akşam yemeğinin yenmesi. Bir gün çocuk yemek yerken yerinden kalkıyor biraz da annesiyle oyun oynama isteğinin verdiği heyecanla salonda gezinmeye başlıyor. Bunun üzerine zaten yorgun argın eve gelmiş anne yemek safhasının uzamaması için çatalın ucuna batırdığı köfteyle çocuğun peşinde salonda dolanmaya başlıyor. Bingo! Çocuk ne yapması gerektiğini buldu. Eğer yemek sırasında sofradan kalkar ve dolanmaya başlarsa sonuç: annesi köfteyle peşinden geliyor!” İşte tipik bir öğrenme kuramı örneği. Deniyoruz, olumlu ve istediğimiz gibi bir sonuç alırsak o davranışı yapmaya devam ediyoruz.
İhtar sözcükleri de aynen bir öğrenme kuramı içinde değerlendirilmelidir. Anne babaların unutmamaları gereken öncelikli kural, sözlerinin değerini hep yukarıda tutmaları gerektiğidir. Eğer bir anne, çocuğun her davranışında tehlike boyutunu göz etmeksizin “aman, dikkat!” diye durdurmaya çalışıyorsa çocuk neyin gerçekten dikkat edilmesi gereken neyin güvenli olduğunu anlamakta zorlanacaktır. Bir çocuk balkonun demirlerine doğru gidiyorsa elbette anne ya hemen yanına gitmeli ya da sözlü olarak onu uyarmalıdır. Ama çocuk iyi bir şekilde yürümeyi öğrenmiş olduğu halde her adımda “önüne bak, dikkat et” uyarılarını duyuyorsa bir süre sonra kulağını anneden gelen bu ihtara kapatacaktır.
Hayır yapma, yapma dedim sana
Anne babalar bazen de sözlerinin salt sözel halinin geçerli olacağını varsayarlar. Örneğin “hadi televizyonu kapat” dediklerinde bunu söylemenin yeterli olduğunu düşünürler ve hemen davranışa dökülmesini beklerler. Böyle durumlarda ebeveynlere şu örneği veriyorum: “Varsayalım bir yolda hız sınırı var siz de araba kullanıyorsunuz. Bomboş ve geniş de bir yol. Yolda hiçbir kontrol olmadığında mı daha kolay uyarsınız kurala yoksa belli aralıklarla koyulmuş kasisler ve radar levhaları olunca mı?” Elbette zorunlu hız yavaşlatmalar veya hatırlatıcı levhalarla kurala uymak çok daha kolay olur. O halde ebeveyn-çocuk ilişkisinde de aynı sistemi uygulamak gerekiyor. Nasıl mı? Sözlerle davranışların tutarlılığını sağlayarak. Çocuğunuza bir davranışı için hayır diyorsanız ikinci bir hayırı kullanmadan önce davranışsal biçimde “hayır” mesajı verin. Yani, istenmeyen davranışı sözel olmuyorsa hareketinizle durdurun. Örneğimize geri dönecek olursak televizyonu kapatmasını istediğimiz çocuğa uzaktan seslenerek değil, onun yanına gidip kumandayı uzatarak “şimdi televizyonu kapatmanı istiyorum” demek çok daha etkili olacaktır.
Ben sana demiştim!
Şimdiye kadar bahsettiğimiz kısım davranışı durdurmak adına yapılanlar ve söylenenler üzerineydi. Bunun yanı sıra durduramadığımız davranışların olası sonuçlarından da bahsetmemiz gerekiyor. Her çocuğun hayatında mutlaka en az bir kere söylediği bir söz vardır: “Annem haklı çıktı!” Evet anneler haklı çıkarlar; hem kendileri de daha önce benzer aşamalardan geçtikleri için hem de bazen gerçekten perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğu için. Eğer sonuçlar herkesin istediği gibiyse kimsenin bir şikâyeti yoktur. Fakat evde oynanmaması gerektiği söylenen topun sehpadaki vazoyu kırması gibi durumlar pek de istenen sonuçlar değildir. Anne babaların ilk refleksi “e ne yaptın oğlum/kızım ben sana demedim mi evde top oynanmayacak diye?!” Başka bir örnek sokak duvarının üstünde koşturan çocukların başına gelebilir. Dizi kanayarak eve gelen bir çocuğun ilk duyduğu cümlenin “pes! Kaç kere dedim şu duvar tehlikeli diye!” olması gibi.
Özellikle canı acıyarak annesinin yanına gelen bir çocuğun duymak istediği ilk söz hiçbir zaman “ben demiştim” değildir. Çünkü ona “ben demiştim” diyen bir ebeveyn aslında “şu an senin canının yanmasından daha çok önemsediğim konu kendimin bu konuda haklı çıkmış olmasıdır” demektedir. Annesinin veya babasının o konuda önce uyarmış olduğunu hatırlamak o sırada yaşadığı acıyı hafifletecek bir merhem değildir. Aksine o anda ebeveyn kendi haklılığını hatırlatmak yerine hiçbir söz söylemeden sadece sarılsa, çocuk, acısının suçluluğundan kurtulmuş olur. Çünkü o anda ihtiyacı olan bu yaptığı yanlışa rağmen hala sevilip sevilmediğinden emin olmaktır. Olay sakinleştikten sonra ise çocukla birlikte bu olayın nedenleri, sonuçları ve bir dahaki sefer nasıl davranabileceği hakkında konuşulabilir.
Ya söylediğin gibi davran, ya da davrandığın gibi söyle
Bir çocuğun -yaşı ne olursa olsun- temel ihtiyacı ebeveynlerinden koşulsuz sevgi almaktır. O nedenle çocuğunuza yanlışlarını söylerken de onu çok sevdiğinizi, sevginizde asla bir değişiklik olamayacağını yalnızca bazı davranışlarda ortak noktada buluşmanız gerektiğini anlatmaya çalışın. Unutmayın; her zaman davranışlarınızla sözleriniz arasında tutarlığı muhafaza etmeli, ne söylüyorsanız öyle de davranmalısınız.




Sevgiler,
Cemre Soysal

4 Kasım 2012 Pazar

Para ve Maddiyat Bilinci

Çocuklara para mefhumunu öğretmek biraz zordur. Paranın niceliksel değerindense niteliksel değerini öğretmek ise daha da zordur. Çocuklar akılları biraz ermeye başladığından itibaren çeşitli isteklerde bulunur. Bir çikolatayı yemek, topuyla bahçeye çıkmak, arkadaşında gördüğü bir oyuncağı istemek olabilir. Kimi isteklere bedensel koşullara göre makul olduğu süre izin verilir. Örneğin bahar ayında çocuk okuldan eve gelir ve ödevlerini bitirir. Sonrasında da her zaman oynadığı arkadaşıyla birlikte bahçeye inmek ister. Buna karar vermek kolaydır. Aynı şekilde makul olmayanlara red cevabı vermek de oldukça kolaydır. Kar yağdığı için evde kaldığınız bir günde çocuğunuz "anne bakkaldan dondurma alabilir miyim?" derse rahatlıkla hayır cevabını verebilirsiniz. Maddi olarak imkanınız varken hayır alamazsın cevabını vermek ise diğer örnekler kadar basit değildir.

Ebeveynlerin sıklıkla yaşadığı çelişkilerden biri maddiyat farkındalığının ne ölçüde verilmesi gerektiğidir. Bu konuda yaşanılan kaygı, temel olarak ailenin kendi geçmişiyle de doğrudan ilintili oluyor. Şöyle ki, kendi gençlikleri/çocuklukları zor geçen ebeveynler yetişkinliklerinde yeterli maddiyata ulaşırlarsa "benim yoktu, çocuğumun olsun" duygusuna kapılabiliyorlar. Kendi gençlikleri/çocuklukları maddi refahta geçen ebeveynlerse "benim bile vardı, çocuğumun neden olmasın" diye düşünebiliyorlar.
Elbette bu olasılıklara başka seçenekler de eklemek mümkün. Biz farklı durumlara ortak bir refleks nasıl geliştirebiliriz biraz onu inceleyelim.


Türkiye gibi ekonomik dengelerin kolayca değişebildiği bir ülkede ardışık iki neslin aynı ekonomik şartlarda büyümesi bile oldukça zor. Daha iyi veya daha kötü bir yaşam şekli sunuyorsanız bunda yaşadığımız ülkenin de dinamiklerinin etkisini unutmamak gerekiyor.

Çocuklar bütün bu değişkenlerin farkında değillerdir. Onların algıları istedikleri bir oyuncağın veya kıyafetin alınıp alınmaması üzerinden işler. Anne babalar da maddiyat bilgisini ancak bunun üzerinden anlatabilirler.

Her davranışın sınırını bilmeleri gerektiği gibi, para harcamanın da sınırını bilmelilerdir. Onları varlık içinde yoklukta yaşatmak elbette değil kastım ama satın almanın ve elde etmenin koşulları üzerine çocuğu mutlaka bilgilendirmelisiniz. Okuldaki bir arkadaşının kalem kutusunu beğendi diye evde var olan -hepsi de yeni- dört tanenin üzerine bir tane daha istiyorsa bunun cevabı sizin maddi gücünüzle alakalı olmamalıdır. Çocukkların yaşlarına uygun alım güçlerinin olması gelecekte elde ettiklerinden mutlu olabilmeleri adına da önem taşır.

İşte birkaç ipucu:
  • Yeni bir oyuncak/kıyafet/kırtasiye eşyası istediğinde öncelikle buna ihtiyacı olup olmadığı hakkında konuşun. Çocuğun hem kendini ifade etmesini desteklersiniz, hem de ikna kabiliyetini güçlendirirsiniz.
  • Çocuğunuza sizin uygun gördüğünüz ölçüde harçlık verebilir, istediği bazı oyuncak vb alışverişlerini parasını biriktirerek yapmasını sağlayabilirsiniz. Böylece aldığı oyuncakta kendi emeği olur ve parayı doğru harcama bilinci yerleşir.
  • Ailece aylık ekstra alışveriş bütçesi oluşturup bunun takibini çocuğunuzun yapmasını isteyebilirsiniz. Böylece planlama becerisini de desteklemiş olursunuz.
  • Bütçe/para kavramı henüz gelişmemiş daha küçük yaştaki çocuklar için aylık alınacak oyuncak adedi belirleyebilirsiniz. Çocuğunuz yeni alınan oyuncak sayısını sayarak takip edebilir.
  • Satın almak ve almamak üzerine sohbet edebilirsiniz. Satın alabilmenin özgüven unsuru haline gelmemesi önemlidir. Sahip olduklarının farkına varması, olamadıklarıyla da barışık olması çocuğun özgüvenini olumlu yönde etkiler.
  • Ne kadar çok oyuncağı olursa o kadar mutlu olur denkleminden uzak durmalısınız. Esas olan, çocuğun oyuncaklarıyla mutlu oynadığı, mutlu anılar biriktirmesidir.
Sevgiler,
Cemre Soysal


30 Ekim 2012 Salı

Eyvah, kazalar!

3-4 yaş arası çocukların özelliklerinden bahsedebilir misiniz?
Bu yaş çocuğunun özelliklerini birkaç bölümde açıklamak uygun olur: psikososyal gelişimi, hareket/beden gelişimi ve bilişsel gelişim. 3 yaşından itibaren çocuklar tuvalet eğitimini de aldıktan sonra kendi kendine daha çok hareket etmeye ve ufak arkadaşlıklar kurmaya başlar. Her ne kadar bir araya gelen iki çocuk ortak bir oyun oynamasa da en azından aynı anda oynamaya başlamışlardır. 4 yaşa doğru ise çocuklar beraber oynamayı ve oyunu paylaşmayı öğrenirler. İnatlaşma ve tutturma davranışı da yine özellikle 3 yaşa ait tipik bir durumdur. 4 yaştan itibaren bu davranışın azaldığı görülür. Hareket ve beden gelişiminde ise çocuk iki ayağıyla belli mesafeleri atlamaya, top oynamaya, üç tekerlekli bisiklete binebilir durumdadır. Tırmanma, zıplama hareketleri de 3-4 yaş çocuklarında sıklıkla görülür. Ayrıca bu yaş çocuklar merdivenleri de yardımsız inebilir ve çıkabilirler. Bilişsel gelişim açısında bakıldığında ise 3-4 yaşındaki çocuklar 10’a kadar sayabilir, renkleri öğrenebilir ve kalem kullanarak yuvarlak, üçgen, kare gibi temel şekilleri çizebilirler. Kendilerini ifade etmeleri de gelişmiştir. Duygularını tanımlayabilir, 4-5 cümlelik hikayeler anlatabilirler.

Bu dönemdeki çocukların facialarla karşılaşma riski nedir?
Bu dönemdeki çocukların kendi başlarına hareket etme kabiliyetleri arttığı için özellikle düşme gibi fiziksel aktiviteye dayalı kazalar geçirmeleri olasıdır. O yaşa kadar parka gidildiğinde mutlaka başında bekleyerek kontrol altında tutulan çocuk artık sadece gözle takip edilmeye başlar ve anne-babayla çocuk arasına tehlike durumunda müdahaleyi önleyecek bir mesafe girer. Örneğin 3-4 yaş çocuğunu bir arkadaşıyla beraber oynamaya bahçede yalnız bırakabilir uzaktan onları takip edebilirsiniz. Bu da bazen anne-babaların önleyemediği ufak kazalara yol açabilir. Bu dönem çocuklarında kaza olmasın diye önlemektense olaydan sonraki ağlamalarına çözüm aradığımız durumların sayısının artması beklendik bir durumdur.

3-4 yaş arası çocuklar özellikle ne gibi tehlikelere karşı bilinçsiz olurlar?
Serbest hareket kabiliyetleri arttığından dolayı 3-4 yaş çocukların sıklıkla fiziksel yaralanmalar geçirdiği görülür. Bu yaş çocuklar tehlikeye karşı gözü pektirler. Yaşanan kazalar veya sıyrıklar her ne kadar “öpelim geçsin” sözleriyle atlatılıyor olsa da 3-4 yaş çocuklarında bazı durumlar ciddi sonuçlara yol açabilecek cinstendir. Bisiklete binerken, kaykay kaymaya yeltenirken, özellikle yaz aylarında havuz/denizde zaman geçirirken, bahçede-parkta oynarken veya kendi başlarına yemek yerken birtakım tehlikelerle karşı karşıya kalabilirler.



Anne – babalar ne gibi önlemler almalı ve nelere dikkat etmelidirler?
Öncelikle, her ne kadar bu  yaş dönemindeki çocuklar bazı tehlikelere açık olsalar da anne ve babalar çocuklarını korumak adına onları çevreleyen ve adeta hareket etmelerini engelleyecek cinsten bir koruma duvarı örmekten kaçınmalıdırlar. Çünkü bu tarz aşırı korumacı tavır çocukların tehlikeyi öğrenmelerini de geciktirir. Alınacak önlemlerin en önemli tarafı çocuğun kendine veya bir başkasına ağır bir hasar vermesini önlemektir. Örneğin freni çalışmayan bir bisiklete bindirmemek, koruyucu kaksını taktırmadan scooter kullandırmamak gibi temel önlemler alınmalıdır. Özellikle havuzda ve bisiklette çocukların mümkün olduğunca birbirlerine belli bir mesafede tutulmaları önemlidir. Yemek yerken olabilecek kazaları önlemek içinse çocuğun yemeğini ufak parçalara bölmek, kılçık ve kemikleri ayıklamak önemlidir.

Çocuğu tehlikelere karşı nasıl uyarmalı ve yönlendirmeliyiz?
Bilinmelidir ki çocuğu tehlikelere karşı korumak tehlikeleri onun adına ortadan kaldırmak manasına gelmez. Bunu yapan anne-babalar çocuğun tehlikeyi tanımasını engeller. Ufak kazalar atlatmaları deneysel öğrenme özelliği taşır ve yaşantısal örnekler çocuğun kendi kendine tehlikeden uzak durmayı öğrenmesine katkı sağlar. Ufak hareket alanları bırakmanın yanı sıra, tehlikelerin neler olabileceği hakkında çocuk önceden bilgilendirilmelidir. Ayrıca kesinlikle yapmaması gereken şeyleri de tekrar tekrar hatırlatmak çocuğu tehlikeden uzak tutacaktır. Örneğin balkondayken demirlere tırmanmanın, bıçakla oynamanın, havuza simit veya kolluksuz girmemesinin kesinlikle yasak olduğu belirtilmelidir.

Bu konuda anne-babalara önerileriniz nelerdir?
Tehlikeyi çocuğa öğretmenin en önemli etkenlerinden biri çocuğun “kural” tanıyor olmasıdır. Çünkü çocuğu tehlikeden korumak için ona bazı şeylerin “yasak” olduğu öğretilmelidir. Örneğin uyuması gereken saatin kuralı, evde yapılması gereken bir davranışın kuralı gibi günlük hayatta kuralları olan çocukları tehlikelere karşı korumak da daha kolay olacaktır. Bu nedenle anne-babalar çocuklarına kural koymakta ve “yapılabilir” – “yapılamaz”lar oluşturmakta çekinmemelidir.
Bir diğer nokta ise tehlikelere karşı korumak adına onları cam kavanozda yetiştirmemeleri gerektiğidir. Problem çözme becerisi ve sosyal muhakeme gelişimi adına çocuğun bazı zor durumlarla karşılaşması da öğretici olacaktır. Unutmayın ki onları hayatlarının sonuna kadar koruyamazsınız…

Not: Bu yazım Mayıs 2011 tarihinde "Bebeğim ve Biz" dergisinde yayınlanmıştır.




24 Ekim 2012 Çarşamba

Bu Koyunları Kesecek Miyiz?

Yarın kurban bayramı. Sokakta bir akrabanıza giderken, evde televizyon izlerken veya bir bayram ziyaretinde, "kurban kesmek"le ilgili birçok konuşmaya hatta görüntüye tanık olacaksınız. Elbette çocuklarınız da bu durumu -belki de ilk defa- fark edecekler. Peki onların sorularına nasıl cevap vermek gerekir? Onları bu kurban kesme ritüeline ne kadar dahil etmelisiniz? Yazımın en başından belirtmeliyim ki, kurbanın neden kesildiğini anlatmanızın ilk ve en önemli ölçütü sizin bu konuda ne düşündüğünüzdür.

Çocuğunuza "kurban" kavramını anlatma şeklinizde şimdiye kadar din/Allah kavramını nasıl işlediğiniz belirleyici bir rol oynar. Görmediği soyut bir kavrama inanmak fikri çocuğunuz için daha önceden tanıştığı bir alışkanlık ise kurban kesmeyi de yine bu çerçevede anlatabilirsiniz. Allah kavramını bilen/benimseyen çocuğa anlatmak daha kolaydır çünkü bu işlemin de Allah'a olan sorumluluğumuz gibi anlatılması mümkündür.

Henüz Allah kavramını bilmeyen çocuklar içinse olabildiğince duygu ve soyutluk katmadan kısa ve somut kelimelerle anlatmakta fayda vardır. Etrafınızdaki oruç tutan/tutmayan, namaz kılan/kılmayan insanları örnek vererek kurban kesmenin de benzer olduğunu; kimilerinin kurban kestiğini kimilerininse kesmediğini açıklayabilirsiniz.

Küçük Prens romanından
Fakat unutulmamalıdır ki çocuklar hayvan sevgisinde yetişkinlere göre daha duyarlıdır. Hatırlayın ki birçok çocuk kitabının konusu ve ana karakterleri hayvanlar üstünden işlenir. Klasik çocuk edebiyatının vazgeçilmezi Küçük Prens'le tanışma repliğini kim unutabilir ki?
- Ne olur, bir koyun çiz bana...
- Ne?
- Bir koyun çiz bana.
 
Bir bakıma, hayvanlar çocuk dünyasının en bilindik dostlarıdır. Bu nedenle bir hayvanın kesilip yenmesi onlara oldukça acıklı gelebilir. Onlar için bir koyunun, kuzunun kesilip yenmesiyle sokaktaki çok sevdikleri tekir kedinin kesilmesi arasında çok fark olmayabilir. Çünkü onların kitaplarında ve hayalgüçlerinde hayvanların hepsi beraber yaşayan kocaman bir ailedir.

Bugüne kadar defalarca tavuk, et, balık yemiş olsalar da hayvan yediğinin farkında olmayabilirler. Kurban bayramı zamanında ise sıkça ve alenen hayvanın yendiği vurglanır. İşte onlar için esas üzücü taraf da budur; çünkü kesenleri katil kendileriniyse suç ortağı zannedebilirler. Bunu engellemek adına, çok basitleştirilmiş haliyle de olsa ekolojik dengeden ve doğadaki beslenme zincirinden bahsedebilirsiniz. Böylelikle hem kurban etini yerken hem de sonraki zamanlarda et yemenin doğurabileceği suçluluk duygusunu engellemiş olursunuz.

Son notum ise kurban kesime çocukların şahit olmaları hakkında: Çocuğunuza kurban kesimini/kesim anını GÖSTERMEYİN. Bu görüntü travmatik anılar yaratabilir. Herhangi bir canlının can çekişerek öldüğünü görmek, değil çocuklara yetişkinlere dahi iyi gelmez. Lütfen çocukları bu görüntülerden uzak tutun.

Huzurun ve neşenin hakim olduğu, hatırlamanın ve hatırlanmanın mutluluğunu tattığınız bayramlar dilerim..

Sevgiler
Cemre Soysal

22 Ekim 2012 Pazartesi

İçinizden Gelen Ses

Birçok ebeveyn danışanım bana sıklıkla neyin doğru neyin yanlış olduğunu sorar. Özellikle yeni doğanla okul öncesi dönemde çocuğu olan bu konuda daha evhamlı olabiliyor.

Yemeğini yiyor ama sonunda sadece 3 kaşık yoğurt yiyor gelişimi olumsuz etkilenir mi? Gece uykuya dalarken illa aynı şarkıyı söyletiyor takıntılı olur mu? Çok öpüyorum şımarır mı?
Bunları okurken kendinizden bir soru da bulabilirsiniz, yok canım ben o kadar detaylı düşünmüyorum da diyebilisiniz. Hangi tarafta olursanız olun iki tarafın da son derece doğal olduğundan şüpheniz olmasın.



Bir çocuğun gelişimde belli başlı etkenler vardır. Bunları genetik kalıtım, çevresel faktörler, beslenme, anne-baba tutumları, kültür başlıkları altında toplayabiliriz. Başlıklardan anlayacağınız üzere bu etkenlerden bazıları kontrolümüzde bazıları da kontrolümüz dışındadır. Anne - baba olarak esmerseniz çocuğunuzun da esmer olma olasılığı ne kadar kontrolünüz altında değilse, çocuğunuz altını ıslattığında vakitlice bezini değiştirmek o kadar kontrolünüz altındadır.

Elbette her annenin en önemli isteği çocuğunu hatasız ve ihtiyaçlarını karşılayarak büyütmektir. Bunu yapabilmek adına çoğu zaman kendinden de fedakarlık etmekte tereddüt etmez anneler. İşte belki bu aşırı hassasiyet nedeniyle zaman zaman hata/eksik yapmış olabilmenin telaşına kapılabilirler. Oysa bir kadının anne olmakla ilgili doğanın ona sunduğu fiziksel/hormonal/duygusal mucizeleri unutmamak gerekir.
Esasında bir kadın bedeni ergenliğinden itibaren anne olmaya hazırlanmaktadır. Doğanın yöneticiliğini yaptığı bu programlama öyle müthiş ki hamileliğinin farkına varmadan beden kendi sinyallerini vermeye başlıyor bile!

Yukarıda bahsettiğim nedenlerden ötürü, zaman zaman çıkmaza girdiğinizi düşündüğünüzde önce içgüdülerinizin sesini dinleyin. Elbette herkes tarafından sorun olacak durumlarda yine panikleme hakkınız var. Ama onlar için de annelik duygularınızın sizi haberdar edeceğinden şüpheniz olmasın.

Sevgiler,
Cemre Soysal

21 Ekim 2012 Pazar

Sihirli Değneği Beklerken

Cumartesi günü 7 yaşındaki bir çocuğa "Elinde sihirli bir değnek olsa kendinle ilgili neyi değiştirmek isterdin?" diye sordum. Soruyu oldukça ciddiye alıp uzunca düşündükten sonra kendinden emin ve hatta sihirli değnek hayalinden gözleri parlayarak cevap verdi.
"Bakkaldaki bütün cipslerin bedava olmasını isterdim."

 İşte bu kadar saf, bu kadar karmaşıklıktan uzaktı onun dünyası..

Onun bu cevabı beni de bu konuda yazmaya teşvik etti. Onlara küçük birer yetişkin olma görevini yüklerken "gerçekte" neye ihtiyaç duyduklarını gözden kaçırmamak gerektiğini hatırlattı.

Bir öğrencinin yapılacaklar listesi:
  • Fen dersi proje teslimi
  • Deneme sınavı için konu tekrarı
  • Cumartesi sabahı basketbol kursuna götürülecek kıyafetlerin hazırlanması
  • İngilizce dersinin kelimelerinin ezberlenmesi
Bu liste daha uzar gider.. Peki ya bu çocuğun "çocukluk" ihtiyaçları? Oyun oynamak, anne/babasıyla doya doya vakit geçirmek örneğin.
Onlardan birer büyük adam veya kadın gibi davranmalarını beklemek işte bu yüzden haksızlık.
Özellikle büyükşehirde yaşayan çocuklar hem mekan hem de zaman açısından çocukluklarını yaşama konusunda dezavantajlı durumdalar. Bir elma ağacına zıplayıp elma alabilseydi gerek kalır mıydı basketbola? Uçurtma uçururken esen rüzgarın yönünü belirlese ne zorluk olurdu fen projesinde? 

İşte bir "bedava cips" hayalinin bana düşündürdükleri...

19 Ekim 2012 Cuma

Dayanıklı Çocuklar Yetiştirebilmek


Günümüzde dünyanın veya ülkenin herhangi bir yerindeki gelişme gerek medya gerekse internet sayesinde yerel olmaktan çıkıyor, farklı yerlerdeki birçok insanı etkiler duruma gelebiliyor. Aktarımın bu denli kuvvetli ve mümkün olduğu dünyada yetişkinler bile oldukça olumsuz etkilenebiliyorken, çocuklarımızı etraflarındaki tüm olan bitene karşı nasıl daha dayanıklı yapabileceğimizin çok iyi farkında olmalıyız. Sadece etrafımızdaki olaylar değil, çocuğunuzun kendi ruh dünyasındaki birçok durum da etkiler.

Sağlıklı yetişkinlerin temelinin sağlıklı çocuklar yetiştirmekten geçtiğini esas kabul edersek, çocuklarımızın dayanıklı, zorluklarla baş edebilen bireyler olmaları için yaptığımız yatırımlar da önem kazanır.

Öncelikle tanımlamamız gereken kavram: “Dayanıklı olmak” ne demektir?
-         Bir insan hayatı doğduğu ilk andan hayatının son bulduğu son nefese kadar birçok deneyimden oluşur. Bunların arasında – her ne kadar kendimizi korumaya çalışsak da- zorluklar, haksızlıklar, hayal kırıklıkları, üzüntüler de vardır. İşte dayanıklılık, yaşanılan olumsuzlara karşı bireyin ne kadar ayakta durabildiği, pes etmeden devam edebildiği ve olaylar karşında analitik düşünme becerisini ne kadar ortaya koyabildiğidir.

Dayanıklı çocukların özellikleri nelerdir?
-         Bir çocuğun ne kadar dayanıklı olduğunun anlaşılması için o çocuğun zorluklar ve hayatın gerçekleri karşısında ne yaptığına bakmak gerekir. Her çocuk için yaş dönemine uygun bir zorluk mevcuttur. Emekleyen bir bebek için zorluk kendisine uzakta duran bir oyuncağını almak iken, ortaokuldaki bir çocuk için zorluk arkadaşları tarafından dışlanması olabilir.
Dayanıklı çocukların baş edebilme becerileri daha gelişmiştir. Bu becerilerinin temelinde problem çözme, alternatif üretme gibi becerilerin olduğu gözlenir. Ayrıca dayanıklı çocuklar sorunları kişisel almaktansa (örneğin arkadaşıyla sıkıntı yaşayan çocuk kendisinin ne kadar beceriksiz biri olduğuna inanması konuyu kişisel almasıdır) olayları bir dış göz gibi gözlemleyip analiz etme becerisine sahiptir.

Peki aileler dayanıklı çocuklar yetiştirebilmek için nelere dikkat etmelidir?
-         Bir çocuk dayanıklı olmayı öncelikle aile ortamında öğrenir. Bunu öğrenmesinin iki yolu vardır. İlk olarak aile bireylerini gözlemler ve onların davranışlarını taklit ederek dayanıklı olmayı öğrenir. Bir sorun karşısında paniklemek yerine sakinliğini koruyarak “neler yapabiliriz” diyen bir ebeveyni duyan çocuk, kendisi de benzer durumla karşılaştığında öncelikli tepkisi sakin kalmak ve çözüm üretmeye çalışmak olacaktır. Diğeri ise ebeveynlerinin ona karşı tutumlarının nasıl olduğuna bakarak kendisinin neyi yapmaya gücünün olup olmadığına karar vermesidir. Sınavdan beklediği notu alamayarak eve üzgün gelen çocuğa ebeveyni “Bu senin başarısız olduğu göstermez, sadece bu sınavda işlerin pek iyi gitmediğini gösterir” diyorsa, çocuk bir sonraki sınavda başarılı olabileceğine dair inancını canlı tutabilir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, çocuklarınıza verdiğiniz tepkiler/cevaplar onların kendi yeterlilikleri hakkında nasıl bir kanaate varacaklarını etkiler.




Günümüz aileleri çocuklarının dayanıklı olmalarını engelliyor mu?
-         Günümüz ailelerinin en büyük sorunlarından biri çocukları için fanus bir hayat kurmaya çalışmalarıdır. İlk çaba çocukların sorunlarla karşılaşmamaları yönünde oluyor. Sonrasında, aileler bu sorunun çocuğun üzülmesine neden olacağını varsayarak çocukları adına çözüm arayışına giriyorlar. Halbuki bu durum çoğumuzun bildiği “balık tutma” hikayesi gibidir. Aileler ne kadar çok balığı tutar, pişirir ve hatta kılçıklarını ayıklayarak çocuklarının önüne koyarlarsa, çocukları balık tutmayı o kadar geç öğrenecektir.
Ailelerin çocukların dayanıklı olmalarını engellediği bir diğer durum ise olumsuz duygularla tanıştırmaktan kaçınmalarıdır. Ebeveynler çocuklara üzüntü, hayal kırıklığı, istediğinin olmaması gibi duyguları yaşatmakta bazen çok geç kalabiliyor. Halbuki bunu bir aşı sistemine benzer düşünmek gerekir. Çocuğun bu duygulara karşı dayanıklı olabilmesi için önceden biraz da olsa bu duyguları tanıyor ve baş etme becerisi geliştiriyor olması önemlidir. Aileler kendilerinin veya çocuklarının yaşadıkları olumsuz duyguları konuşmaktan çekinmesinler. Ne kadar konuşurlarsa o duygular da o kadar normalleşir ve tanıdık hale gelir.

Cesaretlendirici anne baba tutumları nelerdir? Ebeveynler çocuklarının cesaretlerini kırmaması için neleri yapmaması gerekiyor.
-         Çocuklara cesaret verebilmenin ilk önemli adımı çocuğun cesaretini kırmamaktır. Bu çok önemlidir; çünkü cesareti kırılmış bir çocuğu yapabileceğine inandırmak çok zordur. İleriki yaşlarda performans kaygıları, özgüven eksikliği gibi sorunlar çocukluk ve hatta bebeklik dönemimdeki cesaret kırıcı deneyimlere dayanabilir. Aileler çocuklarının ne kadar güçlü olduklarına inanmalıdır. Unutulmamalıdır ki her canlının dünyaya gelişi bile ne kadar güçlü ve muktedir olduklarının göstergesidir.
Çocuğunuz bir işe kalkışmışsa öncelikle sizden yardım isteyip istemediğini sorabilirsiniz. Gücünün yetmeyeceğini düşünen çocuğa ebeveynin yardımı güven verecektir. Eğer sizden yardım istememişse o işi kendi başına halletmesi için ona mutlaka zaman vermeli, imkan tanımalısınız. Sizi sürekli arkasında takip eden biri gibi hissederse çocuğunuz kendi gücünü çıkarmakta zorlanacaktır.
Günlük hayatta yaşadığınız zorluklardan ona örnekler vererek onun sorun çözme becerisini geliştirmesine destek olabilirsiniz. Kendisi gibi başkalarının da zaman zaman zorluk yaşadığını gören çocuk rahatlayacaktır.
Onun hatalı veya beceremediği durumları gördüğünüzde size komik bile gelse gülmekten veya dalga geçmekten kaçınmak gerekir. Çocuğunuzun yaşadığı zorlukları ciddiye almanız, onun kendine güvenini ve zorluklara karşı dayanıklılığını arttıracaktır.


Cemre SOYSAL

18 Ekim 2012 Perşembe

Sevginin Ölçü Birimi Var Mıdır?

 
Çocuklar anne babaların hayatlarındaki en önemli varlıklardır. Uzun süren bir bekleyişin ardından kavuştukları çocuklarına ellerinden gelen ne varsa vermeye, imkanlarını onlar için seferber etmeye hazırlardır. Bazen ebeveynler kendi çocukluklarından kalan hayallerini, eksikliklerini, yaşayamadıklarını da çocuklarına sunarak bir nevi telafi etme hevesi içinde olabilirler. Bütün bu hayaller ve yoğun duygular içinde yaşarken anne babalar çocuklarına sundukları sevginin ve ilginin ölçüsü hakkında kafa karışıklığı da yaşayabilirler. Toplumun içerisinde var olan “Çok sarılma, şımarmasın”, “Biraz sert ol ki her istediğini yaptırabileceğini sanmasın” gibi birbirinden değişik düşünce temelli mesajlar da ebeveynlerin kaygılarını arttırabilir. Özellikle anne ve baba olma modelleri de oldukça yerleşmiştir toplumumuzda. Anneler daha toleranslı ve izin veren, babalar ise kuralları koyan ve sözü dinlenen bir rol üstlenir çoğu zaman. Halbuki çocuğa gösterilecek sevginin boyutu ve şekli o denli karmaşık değildir.

Çocukların doğdukları andan gelişimlerinin devam edip birer yetişkin oldukları yıllara kadar önemsenmesi gereken iki temel kural vardır.
İlki çocukların sevgiye ve ilgiye ihtiyaç duyduklarıdır. Anne karnında son derece güvende ve sakin bir ortamda yaşarken doğumla birlikte hiç tanımadığı yüzlerin, seslerin olduğu bir dünyaya merhaba der. Bu durum çocuk için yeteri kadar zordur. Gördüğü ve deneyimlediği her şey onun için yenidir. Bu adaptasyon döneminde çocuğun ihtiyacı olan en önemli güç “güvenme” duygusudur. Çocuk, neye güvenip neye güvenemeyeceğini öğrenmeye çalışır. Bu dönemde anne ve babanın onun ihtiyaçlarına karşılık vermesi ve sevgilerini hissettirmeleri çok önemlidir.

İkincisi ise, çocukların sınırlara ve kurallara ihtiyaç duyduklarıdır. Çocuğun belirsizliğin içinde sınırlarını tanıması oldukça zordur. Neyi nereye kadar yapabileceğini bilmek çocuğun davranışlarını organize edebilmesi açısından önemlidir. Kimi zaman ebeveynler çocuklarına sınır koymanın onu herhangi bir şeyden mahrum etmek manasına geldiğini düşünebilirler. İmkanları varken çocuklarına her şeyi sunmak niyetinde olduklarını da söyleyebilirler. Fakat unutmamalıdır ki, çocuğun ihtiyacı olan sonsuz vericilik değil, verilenle neler yapabileceği becerisidir.

Ebeveynler çocuklarına olan sevgilerini ölçme kriteri olarak onlara ne kadar düşkün olduklarını ifade ederler. Öncelikle aşırı düşkün olmakla çocuğun duygusal ihtiyaçlarını karşılayacak ilgi ve sevgi verme arasındaki farkı tartışmak gerekiyor. Bir anne veya babanın en önemli sorumluluklarından biri çocuğunun tıpkı fiziksel ihtiyaçları gibi duygusal ihtiyaçlarını da karşılamaktır. Çocuk, aç kaldığında beslenmesi gerekiyorsa, sevgiye aç olduğunda da sevgiyle beslenmelidir.

Anne ve babası için özel ve değerli olduğu hissetmek çocuğun özgüvenini destekleyen bir durumdur. Fakat bu düşkünlük çocuğun bireysel alanının içine girmeye başlıyorsa, o zaman özgüveni desteklemekten ziyade kösteklemeye başlar. Örneğin parkta diğer çocuklarla beraber kaydıraktan kaymak isteyen bir çocuğu düşünelim. Çocuğuna “çok düşkün” olan anne çocuğun düşmesinden, zarar görmesinden kaygılanarak yalnız gitmesine izin vermez ve çocukla beraber park alanına gider. Diğer çocuklar tek başlarına özgürce koşup oynarken onu koruyan annesiyle birlikte çocuk bir türlü gruba tam olarak dahil olamaz çünkü her adımında annesi arkasında olduğundan bir süre sonra diğer çocuklar kendi aralarında koşturmaya başlarlar. Bu örnekte de olduğu gibi kimi zaman, çocukları gereğinden fazla koruma çabasında olmak çocuğa zarar verir bir boyuta gelebilir. Önemli olan sevgi ve ilgiyi verirken çocuğa aynı zamanda hareket alanları da bırakmaktır. Aksi taktirde aşırı korumacı anne babalar çocuklarının bireyselleşmelerini geciktirmiş olurlar.
Neler yapılabilir?

• Çocuğunuzu koruma konusunda kendinizi frenleyin. Bazen öğrenmesi için düşmesi gerektiğini unutmayın.
• Bireyselleşmesi için ona imkan tanıyın. Ona küçük sorumluluklar verin.
• Her şeyi onun adına yapmayın. Bırakın, kötü de olsa bazı şeyler o kendi başına yapsın.
• Arkadaşlarıyla bir anlaşmazlık yaşadığında, taraf olmayın. Sadece dinleyin ve çocuğunuzun olayı farklı açılardan bakmasına yardımcı olun.
• Kimi zaman başarısızlık yaşamasına izin verin. Böylece gerçek hayatla tanışmasını sağlayın.
• Problemleri onun yerine çözmektense, onun kendi problemlerini çözmesi için fırsatlar tanıyın.
• İhtiyacı olduğunda her zaman yanında olacağınızı hissettirin. İhtiyacı olduğuna siz onun yerine karar vermeyin.
• Ona sevginizi sunun; fakat sevginiz onun bireysel hareket etmesini engelleyecek boyutta olmasın.

Unutulmamalıdır ki, anne babaların çocuklarına çok düşkün olmaları sadece çocuklar açısından değil kendileri açısından da olumsuz sonuçlar doğurabilir. Sınırsız fedakarlık sunan ebeveyn bir süre sonra tükenmişlik hissine, kendi özel hayatının yok olduğu hissine kapılabilir. Ebeveyn ve çocuk birbirine yapışık tek vücut haline gelmektense ayrı ayrı ama ahenkle bir arada bulunan vücutlar halinde yaşamayı amaç edinmelidir.


CEMRE SOYSAL