24 Mayıs 2013 Cuma

Şiddetli Yaşam

Son dönemde toplumun farklı alanlarında sıklıkla karşımıza çıkan sorun: ŞİDDET..
Sokak ortasında yürüyen kadına uygulanan şiddet, bir şehrin kültür-sanat mirasına sahip çıkmaya çalışanlara uygulanan şiddet, okulda hakkını aramaya çalışan öğrenciye uygulanan şiddet gibi birçok örnek verebiliriz.

Bütün bu örneklerde olay kime tesir ediyorsa onun çevresindeki insanların seslerini çıkarmaya çalışarak şiddete isyan ettiklerine şahit oluyouz. Son olarak futbolda ve tribünde yaşanan şiddete karşı da toplu bir isyanın olduğunu söyleyebiliriz.

Peki herkes şiddetten bu kadar muzdaripken ne oluyor da toplumun her kesiminde şiddet içinde yaşıyoruz?

Şimdilerde ders kitaplarında "aile"nin tanımını nasıl yaptıklarını bilmiyorum; fakat bizim zamanımızda hepimizin zihnine kazınan şu ifade kullanılırdı:

"Aile, toplumun en küçük birimidir."

Bu nedenle, toplumda olup biteni anlayabilmek için dikkatlice incelenmesi gereken ilk yer, ailedir. Bizim ülkemizde klasik aile yapısında otoritenin büyük önemi vardır. Bu otoriteyi yerleştirebilmek için ise kullanılan en yaygın yöntem tehdit, korku ve "ihtiyaç dahilinde(!)" şiddettir.

Alışveriş merkezlerinde daha çok gözlem yapma şansım oluyor. Çocuk doğası için uygun olmayan bu mekanlarda çocuğun sıkılıp mızmızlanmaya başlamasıyla annenin çocuğu kolundan çekiştirmesi veya koluna/bacağına bir şaplak patlatması an meselesi olabiliyor. Yapmasını istemediği bir hareketi yapan çocuğu da cezalandırma yöntemi olarak vurma kullanılabiliyor.

Peki bunca şiddetli yaşam bize nelere mal oluyor?
Şunu belirtmeliyim ki şiddet öğrenilen bir davranıştır. Evinde şiddet gören bir çocuk şiddeti öğrenir ve başkalarına yöneltmeye başlar. Öfkelendiğinde çocuğuna vuran annenin verdiği mesaj nettir: "Ben sorunlarımı başka yöntemle çözemiyorum. Sinirlendiğim zaman vurabilirim." Buna maruz kalan çocuk da sinirli olan insanın beklendik tepkisinin vurma eylemi olduğunu öğrenmeye başlar. Önce okuldaki akranlarına, sonra ailesine, sonra da gücünün yettiklerine..

Kabul edelim ki, toplumsal alt yapı olarak şiddetle beslenen bir kültürümüz var. Türklüğün onur kavramlarının "at, avrat, silah" olduğunu düşündüğümüzde at ve silahla  2/3'lük savaş ve şiddet potansiyelimiz olduğunu varsayabiliriz. Televizyonda reyting rekorları kıran dizilerin kahramanları ise vuran, öldüren bitirimler. Ekranda buzlanan sigara insan sağlığına zararlıdır ama gözümüzün içine sokulan o silah ve şiddet görüntüleri de bir o kadar zararlıdır!

Gitgide artan şiddet olaylarını engelleyebilmenin en etkili yöntemi ise aile yapısına müdahale edebilmekten geçiyor. Ebeveynler çocuklarına kullandıkları kelimelerin, uyguladıkları davranışların, çocuğun şiddetle olan ilişkisini ne kadar besleyip beslemediğinden emin olmalılar. Bunun sorumluluğu ailelerde olduğu kadar devletin uyguladığı politikada da olmalıdır. Fakat bu politikaların güven verici olabilmesi için öncelikle polis gibi devletin kendi birimlerinin halka uyguladığı şiddetin bir an önce durdurulması gerekmektedir. Çocuğunu döven bir ebeveynin çocuğuna okuldaki arkadaşına vurmamasını tembihlemesi ne kadar başarısız olacaksa; kendi halkına kontrolsüz güç ve şiddet uygulayan bir devletin, vatandaşını şiddetten uzak tutmaya çalışması da o kadar başarısız ve hatta ironik olacaktır.