26 Kasım 2012 Pazartesi

Kitapla Zenginleşen Hayat

Teknolojinin ve görsel medyanın bu kadar bol malzemeyle karşımızda durduğu bu dünyada kitap  okuyucuları olarak hala direnmekte ve bizden sonraki nesillere de bu zevki aktarmaya çalışmaktayız. Mevcut araştırmalar tartışmasız bir şekilde gösteriyor ki tek taraflı bilgi akışının olduğu televizyon, bilgisayar gibi ekran görüntülerinde beyin gelişimi yeterli seviyede desteklenememektedir.

Bu sene de -geçen sene olduğu gibi- Can Çocuk Yayınları'nın etkinliği kapsamında "Kitapla Zenginleşen Hayatın Temellerini Atmak" konulu bir söyleşi yaptım. Konuşmama sevgili arkadaşım Cüneyt Kaşeler'in beni çok etkileyen şu sözleriyle başladım:
İnsanın tek hayat yaşıyor olmasının adaletsizliğini hafifletmek için edebiyat var. Okuduğun her kitap sana yeni bir hayat deneyimi veriyor.

Sahiden de sadece çocuklar için değil, biz yetişkinler için de müthiş bir zenginliktir kitap. Öyle ki, elinizdeki kitap Hakkari'de bir mevsimi de yaşatır, Kongo ırmağının kıyısında da oturtabilir..


Bir çocuğun zihinsel, bilişsel ve duygusal gelişimini farklı duyuları harekete geçirerek destekleyen en önemli araç ise kitapla olan ilişkisidir. Kitap okumak yalnızca gelişime değil aynı zamanda çocuğun hayal gücüne, farklı dünyaları tanımasına, eğlenmesine, kendini ifade etmesine, kelime bilgisinin artmasına da yardımcı olur. Oyun terapisindeki yetkinliğiyle tanınan Dr. Byron Norton geçtiğimiz ay İstanbul’da verdiği seminerde okumanın çocuğun gelişimi üzerindeki etkisini anlatırken şunları vurgulamıştı:

Sihirli etkinlik: “Çocuğunuza okuyun! Ne okuduğunuzun önemi yok, okuduğunuz her metin onun sol beynindeki sinir uçlarının gelişimini destekleyecek ve beyin sinirleri arasındaki bağlantı sayısını arttıracaktır. Tıpkı birer mısır patlağı gibi hızlı!”
Sol beynin gelişimi çocuğu dili öğrenmeye, konuşmaya ve okumaya hazırlar. Sesli okuma yaparak sol beyni uyarılan çocukların depresyona girme olasılığının da daha az olduğunu hatırlamak gerekir.

Peki çocuğa böylesi olumlu etkileri olan kitap okuma alışkanlığını nasıl kazandıracağız? Şunu belirtmemiz gerekir ki, çocuğun okumayı sevmesi için okul çağını beklemek çok geç olabilir!
Henüz çok küçükken hatta daha kelimeleri tek-tük çıkartmaya başladığı anlardan itibaren çocuğunuzu kitapla tanıştırabilirsiniz. Bu konuda dikkat etmeniz gereken nokta seçtiğiniz kitabın çocuğun yaşına uygun olmasıdır.

Her çocuğa uygun bir kitap vardır mutlaka..

0-3 yaş dönemi çocuğun dünyayı algılamaya başladığı dönemdir. İlk etapta kumaştan kitaplarla başlayıp sonrasında büyük yazılı, bol renkli, az kelimenin olduğu kitaplar seçmelisiniz. Nesne, hayvan, meyve, sebze, renk gibi kavramların çizildiği kitaplar bu yaş için uygundur. Bu kitapları okurken çocuğunuzu kucağınıza veya yanınıza oturtarak aynı zamanda kitaba temas etmesini sağlayabilirsiniz. Hatta dokunduğunda ses/müzik çıkartan kitaplar daha da iyi olacaktır. Mümkün olduğunca ciltli kitaplar seçmeye özen gösterin; çünkü bu yaştaki çocuklar kitaba hassas davranamayabilirler.

3-6 yaş dönemindeki çocuklar siz okurken artık hikayeyi takip edebilecek dikkate sahiptirler. Bu yaş için seçeceğiniz kitaplardaki hikayenin hem metin hem de resimlerle anlatıldığı kitaplar seçmeniz çocuğun kitabı sadece işitsel değil, görsel olarak da izlemesini kolaylaştıracaktır. Yaşı ilerledikçe metinlerin uzunluğu artabilir. Metin içinde somut ve aşina olduğu kavramların daha fazla yer aldığı kitaplar bu yaş grubu için uygundur.

6 yaşından itibaren hatta şimdi yeni eğitim sistemi nedeniyle 5 yaştan itibaren okumayı öğreneceği için çocuk çok önemli bir döneme girer. O güne kadar kendisinin yapamadığı ama zevk aldığı bir etkinliği artık kendisi yapabiliyordur. Onun bu heyecanına mutlaka ortak olun. Beraber kitapçıya gidin, yaşadığınız ilde fuar varsa mutlaka fuara gidip kendisi için kitap seçmesi yönünde onu cesaretlendirin. Ne kadar çok kitaba dokunursa, okumayı da o kadar çok sevecektir.

İlkokul döneminde ise yaşı ilerledikçe soyut kavramları tanımaya başlar, okuyabildiği sayfa sayısı artar. Okuma hızı ve seviyesine göre okuyabileceği sayfa sayısı da değişmektedir. O nedenle çocuk kendini hangi kitabı okurken rahat hissediyorsa ona izin verilmeli, okuma hevesi kırılmamalıdır. Bu yaşlarda ebeveynlerin “bunu okuma, şunu oku” gibi yönlendirmeleri olabiliyor. Unutulmamalıdır ki, kitap kişinin zevk alarak yapması beklenen bir etkinliktir. Bu nedenle çocuklar da illa ders alacakları veya edebi değeri yüksek kitapları okumak zorunda bırakılmamalıdır.

Okuma alışkanlığını kazanması için:

  • Evde kitap okuma saati düzenleyebilir, okuduğunuz kitaplar hakkında sohbet ortamları yaratabilirsiniz.
  • Kitap okumak asla bir zorunluluk veya ceza değil, aksine keyif alınan bir etkinlik olmalıdır. “Dışarı çıkmana izin vermiyorum, git ve odanda kitap oku” cümlesi çocuğun kitaptan soğumasına neden olabilecek bir cümledir örneğin.
  • Sevdiği bir yazarın yeni kitabı çıktığında alıp çocuğa hediye edebilirsiniz.
  • Özellikle okul öncesi yaşlar için okuduğunuz kitabı sonrasında onunla birlikte tiyatro oyunu gibi canlandırabilir, hayal gücünün gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.
  • Okuduğunu kitabın onu en etkileyen bölümünün resmini çizmesini isteyebilisiniz. 
  • Evinizin ortak kullanım alanı olan bir bölümüne kütüphane yaptırabilir, herkese okuduğu kitapları koyması için bölüm ayırabilirsiniz. Anne-babasının raflarını gören çocuk kendisininkini doldurmak için motive olacaktır.
 Esas önemli nokta:
Ev içinde okuyan anne-babayı gören çocukların okuma alışkanlığı diğer çocuklara kıyasla daha fazla olmaktadır. O nedenle kitap okumayı sevdirme ve bu alışkanlığı kazandırma konusunda büyük görev ailelere düşmektedir. Siz okuyun ki, onlar da sizi örnek alsınlar..

Çocukların kitaplardan hiç vazgeçmemesi dileğiyle,
Cemre Soysal

14 Kasım 2012 Çarşamba

Sözlerin Gücü


Bir bebeğin doğumundan itibaren dış dünya ile iletişiminin en önemli parçalarından biri sözlerdir. Araştırmalar anne karnında dahi bebeğin konuşulanları duyduğunu ve duyduklarından olumlu/olumsuz etkilenebildiğini gösteriyor. Henüz görsel olarak kimseyi tanımayan bir bebek anne karnında duyduğu ses sayesinde annesini diğer insanlardan ayırt edebiliyor. Tüm bu bilgiler bize bir çocuğun gelişiminde sözlerin önemini bir kez daha hatırlatıyor.
Çocuğun anneye bedensel olarak teması azaldıkça, başka bir deyişle çocuk kendi başına hareket etmeye başladıkça sözler sadece sevgi iletmek için değil aynı zamanda ihtar, kızma, hatırlatma amaçlı da kullanılmaya başlanır. Ebeveynler çoğunlukla sözlerinin anında duyulmasını ve uygulamaya geçirilmesini beklerler. Fakat bu her zaman böyle olmaz! Çünkü unutulan bir durum vardır; her şeyin ebeveynler ve yetişkinler tarafından yönetildiği dünyada onların da seçim yapma ve zaman zaman istedikleri gibi davranma ihtiyaçları vardır. “Ona dokunma, onu atma, o zararlı..” gibi sözler öyle çok duyulur ki artık çocuk için anlamını kaybeder hale gelir.
Öğrenme kuramına göre davranışlarımız deneyimlerimizden edindiğimiz olumlu/olumsuz sonuçlara göre şekillenir. Bunu bir örnekle açıklayalım: “Annesi çok yoğun çalışan bir çocuk düşünün. Tüm gün annesine hasret kalıyor ve anne eve geldiğinde onunla vakit geçirdiği ilk aktivite akşam yemeğinin yenmesi. Bir gün çocuk yemek yerken yerinden kalkıyor biraz da annesiyle oyun oynama isteğinin verdiği heyecanla salonda gezinmeye başlıyor. Bunun üzerine zaten yorgun argın eve gelmiş anne yemek safhasının uzamaması için çatalın ucuna batırdığı köfteyle çocuğun peşinde salonda dolanmaya başlıyor. Bingo! Çocuk ne yapması gerektiğini buldu. Eğer yemek sırasında sofradan kalkar ve dolanmaya başlarsa sonuç: annesi köfteyle peşinden geliyor!” İşte tipik bir öğrenme kuramı örneği. Deniyoruz, olumlu ve istediğimiz gibi bir sonuç alırsak o davranışı yapmaya devam ediyoruz.
İhtar sözcükleri de aynen bir öğrenme kuramı içinde değerlendirilmelidir. Anne babaların unutmamaları gereken öncelikli kural, sözlerinin değerini hep yukarıda tutmaları gerektiğidir. Eğer bir anne, çocuğun her davranışında tehlike boyutunu göz etmeksizin “aman, dikkat!” diye durdurmaya çalışıyorsa çocuk neyin gerçekten dikkat edilmesi gereken neyin güvenli olduğunu anlamakta zorlanacaktır. Bir çocuk balkonun demirlerine doğru gidiyorsa elbette anne ya hemen yanına gitmeli ya da sözlü olarak onu uyarmalıdır. Ama çocuk iyi bir şekilde yürümeyi öğrenmiş olduğu halde her adımda “önüne bak, dikkat et” uyarılarını duyuyorsa bir süre sonra kulağını anneden gelen bu ihtara kapatacaktır.
Hayır yapma, yapma dedim sana
Anne babalar bazen de sözlerinin salt sözel halinin geçerli olacağını varsayarlar. Örneğin “hadi televizyonu kapat” dediklerinde bunu söylemenin yeterli olduğunu düşünürler ve hemen davranışa dökülmesini beklerler. Böyle durumlarda ebeveynlere şu örneği veriyorum: “Varsayalım bir yolda hız sınırı var siz de araba kullanıyorsunuz. Bomboş ve geniş de bir yol. Yolda hiçbir kontrol olmadığında mı daha kolay uyarsınız kurala yoksa belli aralıklarla koyulmuş kasisler ve radar levhaları olunca mı?” Elbette zorunlu hız yavaşlatmalar veya hatırlatıcı levhalarla kurala uymak çok daha kolay olur. O halde ebeveyn-çocuk ilişkisinde de aynı sistemi uygulamak gerekiyor. Nasıl mı? Sözlerle davranışların tutarlılığını sağlayarak. Çocuğunuza bir davranışı için hayır diyorsanız ikinci bir hayırı kullanmadan önce davranışsal biçimde “hayır” mesajı verin. Yani, istenmeyen davranışı sözel olmuyorsa hareketinizle durdurun. Örneğimize geri dönecek olursak televizyonu kapatmasını istediğimiz çocuğa uzaktan seslenerek değil, onun yanına gidip kumandayı uzatarak “şimdi televizyonu kapatmanı istiyorum” demek çok daha etkili olacaktır.
Ben sana demiştim!
Şimdiye kadar bahsettiğimiz kısım davranışı durdurmak adına yapılanlar ve söylenenler üzerineydi. Bunun yanı sıra durduramadığımız davranışların olası sonuçlarından da bahsetmemiz gerekiyor. Her çocuğun hayatında mutlaka en az bir kere söylediği bir söz vardır: “Annem haklı çıktı!” Evet anneler haklı çıkarlar; hem kendileri de daha önce benzer aşamalardan geçtikleri için hem de bazen gerçekten perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğu için. Eğer sonuçlar herkesin istediği gibiyse kimsenin bir şikâyeti yoktur. Fakat evde oynanmaması gerektiği söylenen topun sehpadaki vazoyu kırması gibi durumlar pek de istenen sonuçlar değildir. Anne babaların ilk refleksi “e ne yaptın oğlum/kızım ben sana demedim mi evde top oynanmayacak diye?!” Başka bir örnek sokak duvarının üstünde koşturan çocukların başına gelebilir. Dizi kanayarak eve gelen bir çocuğun ilk duyduğu cümlenin “pes! Kaç kere dedim şu duvar tehlikeli diye!” olması gibi.
Özellikle canı acıyarak annesinin yanına gelen bir çocuğun duymak istediği ilk söz hiçbir zaman “ben demiştim” değildir. Çünkü ona “ben demiştim” diyen bir ebeveyn aslında “şu an senin canının yanmasından daha çok önemsediğim konu kendimin bu konuda haklı çıkmış olmasıdır” demektedir. Annesinin veya babasının o konuda önce uyarmış olduğunu hatırlamak o sırada yaşadığı acıyı hafifletecek bir merhem değildir. Aksine o anda ebeveyn kendi haklılığını hatırlatmak yerine hiçbir söz söylemeden sadece sarılsa, çocuk, acısının suçluluğundan kurtulmuş olur. Çünkü o anda ihtiyacı olan bu yaptığı yanlışa rağmen hala sevilip sevilmediğinden emin olmaktır. Olay sakinleştikten sonra ise çocukla birlikte bu olayın nedenleri, sonuçları ve bir dahaki sefer nasıl davranabileceği hakkında konuşulabilir.
Ya söylediğin gibi davran, ya da davrandığın gibi söyle
Bir çocuğun -yaşı ne olursa olsun- temel ihtiyacı ebeveynlerinden koşulsuz sevgi almaktır. O nedenle çocuğunuza yanlışlarını söylerken de onu çok sevdiğinizi, sevginizde asla bir değişiklik olamayacağını yalnızca bazı davranışlarda ortak noktada buluşmanız gerektiğini anlatmaya çalışın. Unutmayın; her zaman davranışlarınızla sözleriniz arasında tutarlığı muhafaza etmeli, ne söylüyorsanız öyle de davranmalısınız.




Sevgiler,
Cemre Soysal

4 Kasım 2012 Pazar

Para ve Maddiyat Bilinci

Çocuklara para mefhumunu öğretmek biraz zordur. Paranın niceliksel değerindense niteliksel değerini öğretmek ise daha da zordur. Çocuklar akılları biraz ermeye başladığından itibaren çeşitli isteklerde bulunur. Bir çikolatayı yemek, topuyla bahçeye çıkmak, arkadaşında gördüğü bir oyuncağı istemek olabilir. Kimi isteklere bedensel koşullara göre makul olduğu süre izin verilir. Örneğin bahar ayında çocuk okuldan eve gelir ve ödevlerini bitirir. Sonrasında da her zaman oynadığı arkadaşıyla birlikte bahçeye inmek ister. Buna karar vermek kolaydır. Aynı şekilde makul olmayanlara red cevabı vermek de oldukça kolaydır. Kar yağdığı için evde kaldığınız bir günde çocuğunuz "anne bakkaldan dondurma alabilir miyim?" derse rahatlıkla hayır cevabını verebilirsiniz. Maddi olarak imkanınız varken hayır alamazsın cevabını vermek ise diğer örnekler kadar basit değildir.

Ebeveynlerin sıklıkla yaşadığı çelişkilerden biri maddiyat farkındalığının ne ölçüde verilmesi gerektiğidir. Bu konuda yaşanılan kaygı, temel olarak ailenin kendi geçmişiyle de doğrudan ilintili oluyor. Şöyle ki, kendi gençlikleri/çocuklukları zor geçen ebeveynler yetişkinliklerinde yeterli maddiyata ulaşırlarsa "benim yoktu, çocuğumun olsun" duygusuna kapılabiliyorlar. Kendi gençlikleri/çocuklukları maddi refahta geçen ebeveynlerse "benim bile vardı, çocuğumun neden olmasın" diye düşünebiliyorlar.
Elbette bu olasılıklara başka seçenekler de eklemek mümkün. Biz farklı durumlara ortak bir refleks nasıl geliştirebiliriz biraz onu inceleyelim.


Türkiye gibi ekonomik dengelerin kolayca değişebildiği bir ülkede ardışık iki neslin aynı ekonomik şartlarda büyümesi bile oldukça zor. Daha iyi veya daha kötü bir yaşam şekli sunuyorsanız bunda yaşadığımız ülkenin de dinamiklerinin etkisini unutmamak gerekiyor.

Çocuklar bütün bu değişkenlerin farkında değillerdir. Onların algıları istedikleri bir oyuncağın veya kıyafetin alınıp alınmaması üzerinden işler. Anne babalar da maddiyat bilgisini ancak bunun üzerinden anlatabilirler.

Her davranışın sınırını bilmeleri gerektiği gibi, para harcamanın da sınırını bilmelilerdir. Onları varlık içinde yoklukta yaşatmak elbette değil kastım ama satın almanın ve elde etmenin koşulları üzerine çocuğu mutlaka bilgilendirmelisiniz. Okuldaki bir arkadaşının kalem kutusunu beğendi diye evde var olan -hepsi de yeni- dört tanenin üzerine bir tane daha istiyorsa bunun cevabı sizin maddi gücünüzle alakalı olmamalıdır. Çocukkların yaşlarına uygun alım güçlerinin olması gelecekte elde ettiklerinden mutlu olabilmeleri adına da önem taşır.

İşte birkaç ipucu:
  • Yeni bir oyuncak/kıyafet/kırtasiye eşyası istediğinde öncelikle buna ihtiyacı olup olmadığı hakkında konuşun. Çocuğun hem kendini ifade etmesini desteklersiniz, hem de ikna kabiliyetini güçlendirirsiniz.
  • Çocuğunuza sizin uygun gördüğünüz ölçüde harçlık verebilir, istediği bazı oyuncak vb alışverişlerini parasını biriktirerek yapmasını sağlayabilirsiniz. Böylece aldığı oyuncakta kendi emeği olur ve parayı doğru harcama bilinci yerleşir.
  • Ailece aylık ekstra alışveriş bütçesi oluşturup bunun takibini çocuğunuzun yapmasını isteyebilirsiniz. Böylece planlama becerisini de desteklemiş olursunuz.
  • Bütçe/para kavramı henüz gelişmemiş daha küçük yaştaki çocuklar için aylık alınacak oyuncak adedi belirleyebilirsiniz. Çocuğunuz yeni alınan oyuncak sayısını sayarak takip edebilir.
  • Satın almak ve almamak üzerine sohbet edebilirsiniz. Satın alabilmenin özgüven unsuru haline gelmemesi önemlidir. Sahip olduklarının farkına varması, olamadıklarıyla da barışık olması çocuğun özgüvenini olumlu yönde etkiler.
  • Ne kadar çok oyuncağı olursa o kadar mutlu olur denkleminden uzak durmalısınız. Esas olan, çocuğun oyuncaklarıyla mutlu oynadığı, mutlu anılar biriktirmesidir.
Sevgiler,
Cemre Soysal