30 Ekim 2012 Salı

Eyvah, kazalar!

3-4 yaş arası çocukların özelliklerinden bahsedebilir misiniz?
Bu yaş çocuğunun özelliklerini birkaç bölümde açıklamak uygun olur: psikososyal gelişimi, hareket/beden gelişimi ve bilişsel gelişim. 3 yaşından itibaren çocuklar tuvalet eğitimini de aldıktan sonra kendi kendine daha çok hareket etmeye ve ufak arkadaşlıklar kurmaya başlar. Her ne kadar bir araya gelen iki çocuk ortak bir oyun oynamasa da en azından aynı anda oynamaya başlamışlardır. 4 yaşa doğru ise çocuklar beraber oynamayı ve oyunu paylaşmayı öğrenirler. İnatlaşma ve tutturma davranışı da yine özellikle 3 yaşa ait tipik bir durumdur. 4 yaştan itibaren bu davranışın azaldığı görülür. Hareket ve beden gelişiminde ise çocuk iki ayağıyla belli mesafeleri atlamaya, top oynamaya, üç tekerlekli bisiklete binebilir durumdadır. Tırmanma, zıplama hareketleri de 3-4 yaş çocuklarında sıklıkla görülür. Ayrıca bu yaş çocuklar merdivenleri de yardımsız inebilir ve çıkabilirler. Bilişsel gelişim açısında bakıldığında ise 3-4 yaşındaki çocuklar 10’a kadar sayabilir, renkleri öğrenebilir ve kalem kullanarak yuvarlak, üçgen, kare gibi temel şekilleri çizebilirler. Kendilerini ifade etmeleri de gelişmiştir. Duygularını tanımlayabilir, 4-5 cümlelik hikayeler anlatabilirler.

Bu dönemdeki çocukların facialarla karşılaşma riski nedir?
Bu dönemdeki çocukların kendi başlarına hareket etme kabiliyetleri arttığı için özellikle düşme gibi fiziksel aktiviteye dayalı kazalar geçirmeleri olasıdır. O yaşa kadar parka gidildiğinde mutlaka başında bekleyerek kontrol altında tutulan çocuk artık sadece gözle takip edilmeye başlar ve anne-babayla çocuk arasına tehlike durumunda müdahaleyi önleyecek bir mesafe girer. Örneğin 3-4 yaş çocuğunu bir arkadaşıyla beraber oynamaya bahçede yalnız bırakabilir uzaktan onları takip edebilirsiniz. Bu da bazen anne-babaların önleyemediği ufak kazalara yol açabilir. Bu dönem çocuklarında kaza olmasın diye önlemektense olaydan sonraki ağlamalarına çözüm aradığımız durumların sayısının artması beklendik bir durumdur.

3-4 yaş arası çocuklar özellikle ne gibi tehlikelere karşı bilinçsiz olurlar?
Serbest hareket kabiliyetleri arttığından dolayı 3-4 yaş çocukların sıklıkla fiziksel yaralanmalar geçirdiği görülür. Bu yaş çocuklar tehlikeye karşı gözü pektirler. Yaşanan kazalar veya sıyrıklar her ne kadar “öpelim geçsin” sözleriyle atlatılıyor olsa da 3-4 yaş çocuklarında bazı durumlar ciddi sonuçlara yol açabilecek cinstendir. Bisiklete binerken, kaykay kaymaya yeltenirken, özellikle yaz aylarında havuz/denizde zaman geçirirken, bahçede-parkta oynarken veya kendi başlarına yemek yerken birtakım tehlikelerle karşı karşıya kalabilirler.



Anne – babalar ne gibi önlemler almalı ve nelere dikkat etmelidirler?
Öncelikle, her ne kadar bu  yaş dönemindeki çocuklar bazı tehlikelere açık olsalar da anne ve babalar çocuklarını korumak adına onları çevreleyen ve adeta hareket etmelerini engelleyecek cinsten bir koruma duvarı örmekten kaçınmalıdırlar. Çünkü bu tarz aşırı korumacı tavır çocukların tehlikeyi öğrenmelerini de geciktirir. Alınacak önlemlerin en önemli tarafı çocuğun kendine veya bir başkasına ağır bir hasar vermesini önlemektir. Örneğin freni çalışmayan bir bisiklete bindirmemek, koruyucu kaksını taktırmadan scooter kullandırmamak gibi temel önlemler alınmalıdır. Özellikle havuzda ve bisiklette çocukların mümkün olduğunca birbirlerine belli bir mesafede tutulmaları önemlidir. Yemek yerken olabilecek kazaları önlemek içinse çocuğun yemeğini ufak parçalara bölmek, kılçık ve kemikleri ayıklamak önemlidir.

Çocuğu tehlikelere karşı nasıl uyarmalı ve yönlendirmeliyiz?
Bilinmelidir ki çocuğu tehlikelere karşı korumak tehlikeleri onun adına ortadan kaldırmak manasına gelmez. Bunu yapan anne-babalar çocuğun tehlikeyi tanımasını engeller. Ufak kazalar atlatmaları deneysel öğrenme özelliği taşır ve yaşantısal örnekler çocuğun kendi kendine tehlikeden uzak durmayı öğrenmesine katkı sağlar. Ufak hareket alanları bırakmanın yanı sıra, tehlikelerin neler olabileceği hakkında çocuk önceden bilgilendirilmelidir. Ayrıca kesinlikle yapmaması gereken şeyleri de tekrar tekrar hatırlatmak çocuğu tehlikeden uzak tutacaktır. Örneğin balkondayken demirlere tırmanmanın, bıçakla oynamanın, havuza simit veya kolluksuz girmemesinin kesinlikle yasak olduğu belirtilmelidir.

Bu konuda anne-babalara önerileriniz nelerdir?
Tehlikeyi çocuğa öğretmenin en önemli etkenlerinden biri çocuğun “kural” tanıyor olmasıdır. Çünkü çocuğu tehlikeden korumak için ona bazı şeylerin “yasak” olduğu öğretilmelidir. Örneğin uyuması gereken saatin kuralı, evde yapılması gereken bir davranışın kuralı gibi günlük hayatta kuralları olan çocukları tehlikelere karşı korumak da daha kolay olacaktır. Bu nedenle anne-babalar çocuklarına kural koymakta ve “yapılabilir” – “yapılamaz”lar oluşturmakta çekinmemelidir.
Bir diğer nokta ise tehlikelere karşı korumak adına onları cam kavanozda yetiştirmemeleri gerektiğidir. Problem çözme becerisi ve sosyal muhakeme gelişimi adına çocuğun bazı zor durumlarla karşılaşması da öğretici olacaktır. Unutmayın ki onları hayatlarının sonuna kadar koruyamazsınız…

Not: Bu yazım Mayıs 2011 tarihinde "Bebeğim ve Biz" dergisinde yayınlanmıştır.




24 Ekim 2012 Çarşamba

Bu Koyunları Kesecek Miyiz?

Yarın kurban bayramı. Sokakta bir akrabanıza giderken, evde televizyon izlerken veya bir bayram ziyaretinde, "kurban kesmek"le ilgili birçok konuşmaya hatta görüntüye tanık olacaksınız. Elbette çocuklarınız da bu durumu -belki de ilk defa- fark edecekler. Peki onların sorularına nasıl cevap vermek gerekir? Onları bu kurban kesme ritüeline ne kadar dahil etmelisiniz? Yazımın en başından belirtmeliyim ki, kurbanın neden kesildiğini anlatmanızın ilk ve en önemli ölçütü sizin bu konuda ne düşündüğünüzdür.

Çocuğunuza "kurban" kavramını anlatma şeklinizde şimdiye kadar din/Allah kavramını nasıl işlediğiniz belirleyici bir rol oynar. Görmediği soyut bir kavrama inanmak fikri çocuğunuz için daha önceden tanıştığı bir alışkanlık ise kurban kesmeyi de yine bu çerçevede anlatabilirsiniz. Allah kavramını bilen/benimseyen çocuğa anlatmak daha kolaydır çünkü bu işlemin de Allah'a olan sorumluluğumuz gibi anlatılması mümkündür.

Henüz Allah kavramını bilmeyen çocuklar içinse olabildiğince duygu ve soyutluk katmadan kısa ve somut kelimelerle anlatmakta fayda vardır. Etrafınızdaki oruç tutan/tutmayan, namaz kılan/kılmayan insanları örnek vererek kurban kesmenin de benzer olduğunu; kimilerinin kurban kestiğini kimilerininse kesmediğini açıklayabilirsiniz.

Küçük Prens romanından
Fakat unutulmamalıdır ki çocuklar hayvan sevgisinde yetişkinlere göre daha duyarlıdır. Hatırlayın ki birçok çocuk kitabının konusu ve ana karakterleri hayvanlar üstünden işlenir. Klasik çocuk edebiyatının vazgeçilmezi Küçük Prens'le tanışma repliğini kim unutabilir ki?
- Ne olur, bir koyun çiz bana...
- Ne?
- Bir koyun çiz bana.
 
Bir bakıma, hayvanlar çocuk dünyasının en bilindik dostlarıdır. Bu nedenle bir hayvanın kesilip yenmesi onlara oldukça acıklı gelebilir. Onlar için bir koyunun, kuzunun kesilip yenmesiyle sokaktaki çok sevdikleri tekir kedinin kesilmesi arasında çok fark olmayabilir. Çünkü onların kitaplarında ve hayalgüçlerinde hayvanların hepsi beraber yaşayan kocaman bir ailedir.

Bugüne kadar defalarca tavuk, et, balık yemiş olsalar da hayvan yediğinin farkında olmayabilirler. Kurban bayramı zamanında ise sıkça ve alenen hayvanın yendiği vurglanır. İşte onlar için esas üzücü taraf da budur; çünkü kesenleri katil kendileriniyse suç ortağı zannedebilirler. Bunu engellemek adına, çok basitleştirilmiş haliyle de olsa ekolojik dengeden ve doğadaki beslenme zincirinden bahsedebilirsiniz. Böylelikle hem kurban etini yerken hem de sonraki zamanlarda et yemenin doğurabileceği suçluluk duygusunu engellemiş olursunuz.

Son notum ise kurban kesime çocukların şahit olmaları hakkında: Çocuğunuza kurban kesimini/kesim anını GÖSTERMEYİN. Bu görüntü travmatik anılar yaratabilir. Herhangi bir canlının can çekişerek öldüğünü görmek, değil çocuklara yetişkinlere dahi iyi gelmez. Lütfen çocukları bu görüntülerden uzak tutun.

Huzurun ve neşenin hakim olduğu, hatırlamanın ve hatırlanmanın mutluluğunu tattığınız bayramlar dilerim..

Sevgiler
Cemre Soysal

22 Ekim 2012 Pazartesi

İçinizden Gelen Ses

Birçok ebeveyn danışanım bana sıklıkla neyin doğru neyin yanlış olduğunu sorar. Özellikle yeni doğanla okul öncesi dönemde çocuğu olan bu konuda daha evhamlı olabiliyor.

Yemeğini yiyor ama sonunda sadece 3 kaşık yoğurt yiyor gelişimi olumsuz etkilenir mi? Gece uykuya dalarken illa aynı şarkıyı söyletiyor takıntılı olur mu? Çok öpüyorum şımarır mı?
Bunları okurken kendinizden bir soru da bulabilirsiniz, yok canım ben o kadar detaylı düşünmüyorum da diyebilisiniz. Hangi tarafta olursanız olun iki tarafın da son derece doğal olduğundan şüpheniz olmasın.



Bir çocuğun gelişimde belli başlı etkenler vardır. Bunları genetik kalıtım, çevresel faktörler, beslenme, anne-baba tutumları, kültür başlıkları altında toplayabiliriz. Başlıklardan anlayacağınız üzere bu etkenlerden bazıları kontrolümüzde bazıları da kontrolümüz dışındadır. Anne - baba olarak esmerseniz çocuğunuzun da esmer olma olasılığı ne kadar kontrolünüz altında değilse, çocuğunuz altını ıslattığında vakitlice bezini değiştirmek o kadar kontrolünüz altındadır.

Elbette her annenin en önemli isteği çocuğunu hatasız ve ihtiyaçlarını karşılayarak büyütmektir. Bunu yapabilmek adına çoğu zaman kendinden de fedakarlık etmekte tereddüt etmez anneler. İşte belki bu aşırı hassasiyet nedeniyle zaman zaman hata/eksik yapmış olabilmenin telaşına kapılabilirler. Oysa bir kadının anne olmakla ilgili doğanın ona sunduğu fiziksel/hormonal/duygusal mucizeleri unutmamak gerekir.
Esasında bir kadın bedeni ergenliğinden itibaren anne olmaya hazırlanmaktadır. Doğanın yöneticiliğini yaptığı bu programlama öyle müthiş ki hamileliğinin farkına varmadan beden kendi sinyallerini vermeye başlıyor bile!

Yukarıda bahsettiğim nedenlerden ötürü, zaman zaman çıkmaza girdiğinizi düşündüğünüzde önce içgüdülerinizin sesini dinleyin. Elbette herkes tarafından sorun olacak durumlarda yine panikleme hakkınız var. Ama onlar için de annelik duygularınızın sizi haberdar edeceğinden şüpheniz olmasın.

Sevgiler,
Cemre Soysal

21 Ekim 2012 Pazar

Sihirli Değneği Beklerken

Cumartesi günü 7 yaşındaki bir çocuğa "Elinde sihirli bir değnek olsa kendinle ilgili neyi değiştirmek isterdin?" diye sordum. Soruyu oldukça ciddiye alıp uzunca düşündükten sonra kendinden emin ve hatta sihirli değnek hayalinden gözleri parlayarak cevap verdi.
"Bakkaldaki bütün cipslerin bedava olmasını isterdim."

 İşte bu kadar saf, bu kadar karmaşıklıktan uzaktı onun dünyası..

Onun bu cevabı beni de bu konuda yazmaya teşvik etti. Onlara küçük birer yetişkin olma görevini yüklerken "gerçekte" neye ihtiyaç duyduklarını gözden kaçırmamak gerektiğini hatırlattı.

Bir öğrencinin yapılacaklar listesi:
  • Fen dersi proje teslimi
  • Deneme sınavı için konu tekrarı
  • Cumartesi sabahı basketbol kursuna götürülecek kıyafetlerin hazırlanması
  • İngilizce dersinin kelimelerinin ezberlenmesi
Bu liste daha uzar gider.. Peki ya bu çocuğun "çocukluk" ihtiyaçları? Oyun oynamak, anne/babasıyla doya doya vakit geçirmek örneğin.
Onlardan birer büyük adam veya kadın gibi davranmalarını beklemek işte bu yüzden haksızlık.
Özellikle büyükşehirde yaşayan çocuklar hem mekan hem de zaman açısından çocukluklarını yaşama konusunda dezavantajlı durumdalar. Bir elma ağacına zıplayıp elma alabilseydi gerek kalır mıydı basketbola? Uçurtma uçururken esen rüzgarın yönünü belirlese ne zorluk olurdu fen projesinde? 

İşte bir "bedava cips" hayalinin bana düşündürdükleri...

19 Ekim 2012 Cuma

Dayanıklı Çocuklar Yetiştirebilmek


Günümüzde dünyanın veya ülkenin herhangi bir yerindeki gelişme gerek medya gerekse internet sayesinde yerel olmaktan çıkıyor, farklı yerlerdeki birçok insanı etkiler duruma gelebiliyor. Aktarımın bu denli kuvvetli ve mümkün olduğu dünyada yetişkinler bile oldukça olumsuz etkilenebiliyorken, çocuklarımızı etraflarındaki tüm olan bitene karşı nasıl daha dayanıklı yapabileceğimizin çok iyi farkında olmalıyız. Sadece etrafımızdaki olaylar değil, çocuğunuzun kendi ruh dünyasındaki birçok durum da etkiler.

Sağlıklı yetişkinlerin temelinin sağlıklı çocuklar yetiştirmekten geçtiğini esas kabul edersek, çocuklarımızın dayanıklı, zorluklarla baş edebilen bireyler olmaları için yaptığımız yatırımlar da önem kazanır.

Öncelikle tanımlamamız gereken kavram: “Dayanıklı olmak” ne demektir?
-         Bir insan hayatı doğduğu ilk andan hayatının son bulduğu son nefese kadar birçok deneyimden oluşur. Bunların arasında – her ne kadar kendimizi korumaya çalışsak da- zorluklar, haksızlıklar, hayal kırıklıkları, üzüntüler de vardır. İşte dayanıklılık, yaşanılan olumsuzlara karşı bireyin ne kadar ayakta durabildiği, pes etmeden devam edebildiği ve olaylar karşında analitik düşünme becerisini ne kadar ortaya koyabildiğidir.

Dayanıklı çocukların özellikleri nelerdir?
-         Bir çocuğun ne kadar dayanıklı olduğunun anlaşılması için o çocuğun zorluklar ve hayatın gerçekleri karşısında ne yaptığına bakmak gerekir. Her çocuk için yaş dönemine uygun bir zorluk mevcuttur. Emekleyen bir bebek için zorluk kendisine uzakta duran bir oyuncağını almak iken, ortaokuldaki bir çocuk için zorluk arkadaşları tarafından dışlanması olabilir.
Dayanıklı çocukların baş edebilme becerileri daha gelişmiştir. Bu becerilerinin temelinde problem çözme, alternatif üretme gibi becerilerin olduğu gözlenir. Ayrıca dayanıklı çocuklar sorunları kişisel almaktansa (örneğin arkadaşıyla sıkıntı yaşayan çocuk kendisinin ne kadar beceriksiz biri olduğuna inanması konuyu kişisel almasıdır) olayları bir dış göz gibi gözlemleyip analiz etme becerisine sahiptir.

Peki aileler dayanıklı çocuklar yetiştirebilmek için nelere dikkat etmelidir?
-         Bir çocuk dayanıklı olmayı öncelikle aile ortamında öğrenir. Bunu öğrenmesinin iki yolu vardır. İlk olarak aile bireylerini gözlemler ve onların davranışlarını taklit ederek dayanıklı olmayı öğrenir. Bir sorun karşısında paniklemek yerine sakinliğini koruyarak “neler yapabiliriz” diyen bir ebeveyni duyan çocuk, kendisi de benzer durumla karşılaştığında öncelikli tepkisi sakin kalmak ve çözüm üretmeye çalışmak olacaktır. Diğeri ise ebeveynlerinin ona karşı tutumlarının nasıl olduğuna bakarak kendisinin neyi yapmaya gücünün olup olmadığına karar vermesidir. Sınavdan beklediği notu alamayarak eve üzgün gelen çocuğa ebeveyni “Bu senin başarısız olduğu göstermez, sadece bu sınavda işlerin pek iyi gitmediğini gösterir” diyorsa, çocuk bir sonraki sınavda başarılı olabileceğine dair inancını canlı tutabilir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, çocuklarınıza verdiğiniz tepkiler/cevaplar onların kendi yeterlilikleri hakkında nasıl bir kanaate varacaklarını etkiler.




Günümüz aileleri çocuklarının dayanıklı olmalarını engelliyor mu?
-         Günümüz ailelerinin en büyük sorunlarından biri çocukları için fanus bir hayat kurmaya çalışmalarıdır. İlk çaba çocukların sorunlarla karşılaşmamaları yönünde oluyor. Sonrasında, aileler bu sorunun çocuğun üzülmesine neden olacağını varsayarak çocukları adına çözüm arayışına giriyorlar. Halbuki bu durum çoğumuzun bildiği “balık tutma” hikayesi gibidir. Aileler ne kadar çok balığı tutar, pişirir ve hatta kılçıklarını ayıklayarak çocuklarının önüne koyarlarsa, çocukları balık tutmayı o kadar geç öğrenecektir.
Ailelerin çocukların dayanıklı olmalarını engellediği bir diğer durum ise olumsuz duygularla tanıştırmaktan kaçınmalarıdır. Ebeveynler çocuklara üzüntü, hayal kırıklığı, istediğinin olmaması gibi duyguları yaşatmakta bazen çok geç kalabiliyor. Halbuki bunu bir aşı sistemine benzer düşünmek gerekir. Çocuğun bu duygulara karşı dayanıklı olabilmesi için önceden biraz da olsa bu duyguları tanıyor ve baş etme becerisi geliştiriyor olması önemlidir. Aileler kendilerinin veya çocuklarının yaşadıkları olumsuz duyguları konuşmaktan çekinmesinler. Ne kadar konuşurlarsa o duygular da o kadar normalleşir ve tanıdık hale gelir.

Cesaretlendirici anne baba tutumları nelerdir? Ebeveynler çocuklarının cesaretlerini kırmaması için neleri yapmaması gerekiyor.
-         Çocuklara cesaret verebilmenin ilk önemli adımı çocuğun cesaretini kırmamaktır. Bu çok önemlidir; çünkü cesareti kırılmış bir çocuğu yapabileceğine inandırmak çok zordur. İleriki yaşlarda performans kaygıları, özgüven eksikliği gibi sorunlar çocukluk ve hatta bebeklik dönemimdeki cesaret kırıcı deneyimlere dayanabilir. Aileler çocuklarının ne kadar güçlü olduklarına inanmalıdır. Unutulmamalıdır ki her canlının dünyaya gelişi bile ne kadar güçlü ve muktedir olduklarının göstergesidir.
Çocuğunuz bir işe kalkışmışsa öncelikle sizden yardım isteyip istemediğini sorabilirsiniz. Gücünün yetmeyeceğini düşünen çocuğa ebeveynin yardımı güven verecektir. Eğer sizden yardım istememişse o işi kendi başına halletmesi için ona mutlaka zaman vermeli, imkan tanımalısınız. Sizi sürekli arkasında takip eden biri gibi hissederse çocuğunuz kendi gücünü çıkarmakta zorlanacaktır.
Günlük hayatta yaşadığınız zorluklardan ona örnekler vererek onun sorun çözme becerisini geliştirmesine destek olabilirsiniz. Kendisi gibi başkalarının da zaman zaman zorluk yaşadığını gören çocuk rahatlayacaktır.
Onun hatalı veya beceremediği durumları gördüğünüzde size komik bile gelse gülmekten veya dalga geçmekten kaçınmak gerekir. Çocuğunuzun yaşadığı zorlukları ciddiye almanız, onun kendine güvenini ve zorluklara karşı dayanıklılığını arttıracaktır.


Cemre SOYSAL

18 Ekim 2012 Perşembe

Sevginin Ölçü Birimi Var Mıdır?

 
Çocuklar anne babaların hayatlarındaki en önemli varlıklardır. Uzun süren bir bekleyişin ardından kavuştukları çocuklarına ellerinden gelen ne varsa vermeye, imkanlarını onlar için seferber etmeye hazırlardır. Bazen ebeveynler kendi çocukluklarından kalan hayallerini, eksikliklerini, yaşayamadıklarını da çocuklarına sunarak bir nevi telafi etme hevesi içinde olabilirler. Bütün bu hayaller ve yoğun duygular içinde yaşarken anne babalar çocuklarına sundukları sevginin ve ilginin ölçüsü hakkında kafa karışıklığı da yaşayabilirler. Toplumun içerisinde var olan “Çok sarılma, şımarmasın”, “Biraz sert ol ki her istediğini yaptırabileceğini sanmasın” gibi birbirinden değişik düşünce temelli mesajlar da ebeveynlerin kaygılarını arttırabilir. Özellikle anne ve baba olma modelleri de oldukça yerleşmiştir toplumumuzda. Anneler daha toleranslı ve izin veren, babalar ise kuralları koyan ve sözü dinlenen bir rol üstlenir çoğu zaman. Halbuki çocuğa gösterilecek sevginin boyutu ve şekli o denli karmaşık değildir.

Çocukların doğdukları andan gelişimlerinin devam edip birer yetişkin oldukları yıllara kadar önemsenmesi gereken iki temel kural vardır.
İlki çocukların sevgiye ve ilgiye ihtiyaç duyduklarıdır. Anne karnında son derece güvende ve sakin bir ortamda yaşarken doğumla birlikte hiç tanımadığı yüzlerin, seslerin olduğu bir dünyaya merhaba der. Bu durum çocuk için yeteri kadar zordur. Gördüğü ve deneyimlediği her şey onun için yenidir. Bu adaptasyon döneminde çocuğun ihtiyacı olan en önemli güç “güvenme” duygusudur. Çocuk, neye güvenip neye güvenemeyeceğini öğrenmeye çalışır. Bu dönemde anne ve babanın onun ihtiyaçlarına karşılık vermesi ve sevgilerini hissettirmeleri çok önemlidir.

İkincisi ise, çocukların sınırlara ve kurallara ihtiyaç duyduklarıdır. Çocuğun belirsizliğin içinde sınırlarını tanıması oldukça zordur. Neyi nereye kadar yapabileceğini bilmek çocuğun davranışlarını organize edebilmesi açısından önemlidir. Kimi zaman ebeveynler çocuklarına sınır koymanın onu herhangi bir şeyden mahrum etmek manasına geldiğini düşünebilirler. İmkanları varken çocuklarına her şeyi sunmak niyetinde olduklarını da söyleyebilirler. Fakat unutmamalıdır ki, çocuğun ihtiyacı olan sonsuz vericilik değil, verilenle neler yapabileceği becerisidir.

Ebeveynler çocuklarına olan sevgilerini ölçme kriteri olarak onlara ne kadar düşkün olduklarını ifade ederler. Öncelikle aşırı düşkün olmakla çocuğun duygusal ihtiyaçlarını karşılayacak ilgi ve sevgi verme arasındaki farkı tartışmak gerekiyor. Bir anne veya babanın en önemli sorumluluklarından biri çocuğunun tıpkı fiziksel ihtiyaçları gibi duygusal ihtiyaçlarını da karşılamaktır. Çocuk, aç kaldığında beslenmesi gerekiyorsa, sevgiye aç olduğunda da sevgiyle beslenmelidir.

Anne ve babası için özel ve değerli olduğu hissetmek çocuğun özgüvenini destekleyen bir durumdur. Fakat bu düşkünlük çocuğun bireysel alanının içine girmeye başlıyorsa, o zaman özgüveni desteklemekten ziyade kösteklemeye başlar. Örneğin parkta diğer çocuklarla beraber kaydıraktan kaymak isteyen bir çocuğu düşünelim. Çocuğuna “çok düşkün” olan anne çocuğun düşmesinden, zarar görmesinden kaygılanarak yalnız gitmesine izin vermez ve çocukla beraber park alanına gider. Diğer çocuklar tek başlarına özgürce koşup oynarken onu koruyan annesiyle birlikte çocuk bir türlü gruba tam olarak dahil olamaz çünkü her adımında annesi arkasında olduğundan bir süre sonra diğer çocuklar kendi aralarında koşturmaya başlarlar. Bu örnekte de olduğu gibi kimi zaman, çocukları gereğinden fazla koruma çabasında olmak çocuğa zarar verir bir boyuta gelebilir. Önemli olan sevgi ve ilgiyi verirken çocuğa aynı zamanda hareket alanları da bırakmaktır. Aksi taktirde aşırı korumacı anne babalar çocuklarının bireyselleşmelerini geciktirmiş olurlar.
Neler yapılabilir?

• Çocuğunuzu koruma konusunda kendinizi frenleyin. Bazen öğrenmesi için düşmesi gerektiğini unutmayın.
• Bireyselleşmesi için ona imkan tanıyın. Ona küçük sorumluluklar verin.
• Her şeyi onun adına yapmayın. Bırakın, kötü de olsa bazı şeyler o kendi başına yapsın.
• Arkadaşlarıyla bir anlaşmazlık yaşadığında, taraf olmayın. Sadece dinleyin ve çocuğunuzun olayı farklı açılardan bakmasına yardımcı olun.
• Kimi zaman başarısızlık yaşamasına izin verin. Böylece gerçek hayatla tanışmasını sağlayın.
• Problemleri onun yerine çözmektense, onun kendi problemlerini çözmesi için fırsatlar tanıyın.
• İhtiyacı olduğunda her zaman yanında olacağınızı hissettirin. İhtiyacı olduğuna siz onun yerine karar vermeyin.
• Ona sevginizi sunun; fakat sevginiz onun bireysel hareket etmesini engelleyecek boyutta olmasın.

Unutulmamalıdır ki, anne babaların çocuklarına çok düşkün olmaları sadece çocuklar açısından değil kendileri açısından da olumsuz sonuçlar doğurabilir. Sınırsız fedakarlık sunan ebeveyn bir süre sonra tükenmişlik hissine, kendi özel hayatının yok olduğu hissine kapılabilir. Ebeveyn ve çocuk birbirine yapışık tek vücut haline gelmektense ayrı ayrı ama ahenkle bir arada bulunan vücutlar halinde yaşamayı amaç edinmelidir.


CEMRE SOYSAL